Okurlar onu ilk olarak Yahya Konuk müstearıyla tanıdı…
"Bosna'dan Afganistan'a Cihadın Mahrem Hikayesi"ni 2007 yılında bu isimle yayınlamıştı.
Kitabı elden ele dolaÅŸtı. O günlerde herkes "Kimdir bu Yahya Konuk" diye soruyordu.
Hatta, tanınmış yazarlardan birinin bu ismi kullandığı bile kulaktan kulağa yayılıyordu.
Sonra, aynı anda çıkan 10 kitapla birlikte Yahya Konuk ismi tarihe karıştı.
Yazar artık kendi ismini kullanmaya baÅŸladı: Bülent Tokgöz.
Tokgöz, kendi imkanlarıyla Bosna ve Afganistan'a gitmiÅŸ ve oradaki savaÅŸa katılmış bir isim.
SavaÅŸ bölgelerinden döndükten sonra yıllarca bir eve kapandı ve hiç durmadan yazdı.
Kendisiyle sahaya hâkim olan insan tipi arasındaki farklı ÅŸöyle anlatıyor "Ahir Zaman Mücahidleri" kitabında:
"Ayrı gezegenlerin İslamcıları, farklı galaksilerin mücahidleriydik. Ben 12 Eylül İslamcısıydım, onlar 11 Eylül cihadcısı. 12 Eylül kuÅŸağına karşı 11 Eylül kuÅŸağı."
Kitaplarını okurken Afganistan'n sarp daÄŸlarını aşıp Veziristan'a ilerliyorsunuz ama hiç kimseye yar olmamış o daÄŸları tırmanırken sorular da sorduruyor size…
"2023'ün Åžafağındaki İslamcılığı" konuÅŸurken Bülent Tokgöz'e sormamak olmazdı.
Entelektüel ortamların aÄŸdalı İslamcılığından çok kiÅŸi bahsediyor ama büyük hesapların "underground" İslamcılığından bahseden çok az kiÅŸi var…
Cihadın Mahrem Hikayesi'nin hikayesi nedir? Neden ortaya böyle bir eser çıktı?
"Yazmayı bileydim yazar mıydım hiç ÅŸiir" diyor ÅŸair. Susmayı bileydim yazar mıydım hiç otobiyografi? Benimkisi bir baÅŸarı öyküsü deÄŸil, bilakis baÅŸarısızlığa borçluyum yazarlığımı. İlk gençliÄŸimden itibaren roman kıvamındaki özyaÅŸamöyküleri beni hep kendine çekmiÅŸtir. Ben de gönüllere girmek istedim zahir. Gerçi bunu daha sonra yeniden ÅŸiire dönerek en saf haliyle yapmaya yeltendim. Gönle girmek, ÅŸüphesiz ki bir sonsuzluk ve adalet arayışıdır. Zira gönül itikadımızca ölümden azadedir; orada adaletsizliÄŸe de yer yoktur. OkuduÄŸum savaÅŸ hatıralarıyla görüp yaÅŸadıklarımı ellerimle tarttığımda tanıklığımı hafife alamadım. Yol hikayesinin sonraki yolculara fayda edeceÄŸini de umdum. Epeyce karamsar olan kitabın arkasında böylesine iyimser bir beklenti var aslında. 11 Eylül'de Çeçen davasından ötürü hapisteydim. Bir zamanlar tekfir ettiÄŸim yaÅŸlı babam beni hapishane kapısından alıp da otobüsle memleketimize dönerken içimde hep o Ahmet Kaya ÅŸarkısı vardı: "İçerden çıkacak birazdan adam /Yıpranmış bavulu, hantal sesiyle / Kendini yollara vuracak adam…" Ne bir marÅŸ, ne bir ÅŸiir.
MaÄŸluptum, bitaptım, hınçlıydım. Bizim gibi adamlar için vatandaÅŸ olmak çok uzun, engebeli yoldur. Tövbekâr ayyaşın meyhanenin önünden geçmesi kadar da risklidir herhangi bir gazete haberi. Tekerlekli sandalyesiyle çıktığı camiden seher vakti bir kötürüm uçaklarla vurulduÄŸunda vatandaÅŸ olma yolunda tökezleriz biz de. 'Ya Muntakim, bizi mazlumların intikamına memur et' duası kadar içtenlikle ettiÄŸimiz bir baÅŸka dua belki de olmadığındandır bu. Irak'a geçmek için çabaladım durdum. Cepheye giden yol da hayli sarptır, imanını gevretirler yolcunun. Bir vasiyet yazdım o günlerde. Uzun uzadıya aileme, sevdiklerime seslendim. Emanet ettiÄŸim arkadaÅŸ, okudu ve doluktu: 'Kalemin çok saÄŸlammış be!'
O zaman mı yazmaya karar verdiniz yani, savaÅŸmak için Irak'a giderken?
Bu unuttuÄŸum bir ÅŸeydi. Hapishanedeyken okuduÄŸum kitaplardan bir düzine okul defteri doldurmuÅŸtum, kelimelerle resim yapmanın zevkini baÅŸkalarının pasajlarını kayda geçirirken hissedebilmiÅŸtim. Belki o zevki yaÅŸamak adına yüzlerce mektup yazmıştım. Zengin kesesi gibi kabarık mektuplarım için postacı gardiyana ilave ücret ödemek zorunda kaldığım mektuplar. Yazmayı biliyordum, seviyordum da. Tanıklığımı niye yazmayaydım? Zaten gidiyordum. Belki karım kocasıyla gururlanır, hicranını azaltırdı. Belki oÄŸlum, büyüdüÄŸünde okur, hayatlarımızı niye heba ettiÄŸimize az da olsa bir mana verirdi. Balkona geçip aklıma gelen ilk hikâyeyi kargacık burgacık hatlarla kâğıda döktüm. Yazıyı ilk keÅŸfeden bendim sanki, öyle heyecanlandım; yapabilirdim, tamamlayabilirdim. Fakat zaman dardı, çok hızlı yazmalıydım, ellerim zihnimin hızına yetiÅŸemeyeceÄŸini ilk günden belli etmiÅŸti. On parmak yazmayı öÄŸreten bir aylık programı 3-4 günde bitirip bilgisayarın başına geçtim. Bir ay sürdü sürmedi, kitap tamamdı.
''Kitabı okuması gereken herkes okudu ve topluca sükût ettiler...''
Kitap tamamlandıktan sonra ne oldu peki?
Bu ülkede yazar olmaya giden yol da çok yıpratıcıdır. Bir zümrenin, teÅŸkilatın, kliÄŸin adamı deÄŸilsen Allah sana rahmet eylesin. Kitabı yayımlatamama hikâyemi sonraki baskının önsözünde anlattım, burada tekrar etmeyeyim. Dünya gözüyle kitabımı göremeden 'Ey gaziler, yol göründü yine garip serime' marşını söyleyerekten, gözüm arkada gittim. Anca aylar sonra kitabın basıldığı haberini alabildim. Kitabımı en son okuyanlardan biri ben oldum anlayacağın. Cihadın Mahrem Hikâyesi, baÅŸarılı bir kitap oldu. Elden ele dolaÅŸtı, kulaktan kulaÄŸa yayıldı. Bir arkadaşımın dediÄŸi gibi 'Okuması gereken herkes okudu, herkes!' Okudu ve topluca sükût ettiler. Sadece cephedekileri eleÅŸtirseydim masa başı İslamcıları sırtımı sıvazlayabilirdi. Sadece beyaz yakalı İslamcılara veryansın etseydim mavi yakalıların kahramanı olabilirdim. Ben hepsinde gördüÄŸüm arızaları hasbice anlattım, hepsinin hakkını avucuna verdim; böyle olunca da ne mealciye yaranabildim ne Åžii'ye. Görmezden gelinmesi gereken adamlar listesine adımı özenle yazdılar, silesi de deÄŸiller. Silmeyiversinler. Kimin hakkı beyan ettiÄŸini zaman gösterdi, gösterecek de. "Krallar sadece tarihten korkar" diye bir söz var. Yazarlar da öyle olmalı, tarihten baÅŸka kimseye eyvallah etmemeli. Mahkeme-i Kübra bir de, eyvallah.
Laf buraya gelmiÅŸken, beni üzen bir hususa deÄŸinmeden geçmeyeyim. Cihadın Mahrem Hikâyesi'nden sonra 4'ü roman, 5'i inceleme 11 kitap daha yazdım, yayımlattım. Sonraki seferleri ve tanıklıkları kaleme aldığım bu eserler, ilk kitabımdan ebatça da edebiyatça da ilimce de daha geliÅŸmiÅŸ ve daha ehemmiyetliydi ama göreni olmadı. ÅžairliÄŸim zaten ÅŸairlerin yüce katında anılmaya deÄŸer bulunmadı. Cihadın Mahrem Hikâyesi'nde baÅŸladı ve bitti hikâye sanki. Cihat Arpacık bile sormuyorsa sonrasını garibim Bülent neylesin?.. Daha az esefleniyorum ama. Her yazarın bir nasibi var. Her kitabın da. Nasibimiz bu kadarmış. Bin ÅŸükür.
Tokgöz'ün kitaplarının bazıları
''İslamcılık, daha az mahzurlu bulduÄŸum için el-mecbur kullandığım bir sıfattı''
Sizin 'İslamcılık' tanımından anladığınız nedir?
İslamcılıkla İslamcı olduÄŸum zamanlarda dahi başım hoÅŸ deÄŸildi. Sadece "Türkiyeli Müslümanlar" gibi tüyler ürpertici ibarelerdense daha az mahzurlu bulduÄŸum için el-mecbur kullandığım bir sıfattı; bir kimlik olarak ise hep ikircikli oldum. Her bakımdan kalabalık, fazlalık ve aşırılık gözüktü bana. Yahudicilik, Hıristiyancılık, Sosyalizmcilik gibi tabirler olaÄŸan karşılanabiliyorsa benim kulaklarımda ve aklımda bir sorun var demek ki.
İbarenin delaletinde de bir dalalet var. Yahudicilik örneÄŸinden ilerleyecek olursak İslamcıların İslam'la münasebeti Siyonistlerin Yahudilikle bağına benziyor gibime geliyor. İsrail'in kurucu babaları Siyonist'ti ama içlerinden pek azı gerçekte Yahudi'ydi; deist veya ateist idiler. İslamcılık da Müslümanlıktan bağımsız iÅŸleyebilen bir meÅŸrep, meÅŸgale, meslek. Namaz kılmadan da İslamcı olunabildiÄŸine binlerce insan lisan-ı hâl ile ÅŸahitlik edecektir. Dua etmeden, muhabbetullahı hissetmeden, Habibullah'a muhabbet duymadan da İslamcı olunabildiÄŸine bir o kadar tanık bulabiliriz.
İslamcılık olmadan da bu tür gevÅŸeklikler, çözülmeler elbette mümkündü fakat onun sayesinde ideolojik ve kültürel bir tatminle amelî zaaflar tali mesele olarak pekâlâ görülebildi. İslamcılık bir taraftar oluÅŸ, tavır meselesi; doÄŸru siyasî tavrı koyuyorsan ezan okunurken bacak bacak üstüne lakırdına devamda beis yoktur dava arkadaÅŸların için. Sen de onları baÅŸka hususlarda idare edersin; adı konmamış bir zındıklaÅŸma alır başını gider, tüm mahalleyi kokuÅŸturur.
Åžu anda bu ideolojiyle iliÅŸkiniz ne durumda?
Ömrü boyunca kendi mahallesini aramış, kendi aÅŸiretini, örgütünü, çetesini aramış, hep bulamadığını anlayıp yalnızlığa yazgılı fani olduÄŸunu idrak etmiÅŸ bir garip olarak mahallenin derdi beni ziyadesiyle gerdi; artık alâkadar olmuyorum. Zihin saÄŸlığım için aldığım bir tedbir bu. Suriye, Irak, Afganistan haberlerini takip edememek gibi bir zihin büzüÅŸmesi, uyuÅŸması. İslamcılık bana hiçbir ÅŸey vermedi, bense ona tüm bir gençliÄŸimi verdim hâlbuki. Harikulade bir İslamcı oldum, tüm buyruklarını yerine getirdim; orta yaÅŸ olduÄŸumda, saçlarım dökülmeye baÅŸladığında baktım, kendi tercihlerimle okuduÄŸum edebî, hikemî, ilmî eserlerden gayrı İslamcılık bana hiçbir ÅŸey kazandırmamıştı. Cefasını çekmiÅŸtim, sefası neredeydi izini dahi sürememiÅŸtim. Birilerinin hiç deÄŸilse örgütleri, dernekleri filan vardı, benim hiçbir ÅŸeyim yoktu; bu yollarda hiç yürümemiÅŸ kadar metruk bir bireydim. Bir kapıya çıkmayan, mezhepsizleÅŸme ve sünnetsizleÅŸmeden baÅŸka çok az mahsulü olan usul tartışmaları; bizi ailemizden, halkımızdan, devletimizden koparan, ucube ve türedi bir azınlık durumuna düÅŸüren metot tartışmaları benim o zamanlar da aÄŸzımın tadını kaçırıyordu. Uzmanlık gerektiren tartışmaların içine gencecik dimaÄŸları palas pandıras sokan dimaÄŸlara ise hınç ve acıma karışımı, nahoÅŸ hisler besliyorum. İslamcılık benim moralimi bozuyor.
Bu seri için konuÅŸtuÄŸumuz bir isim ''İslamcılık devrimci dinamiÄŸini kaybettiÄŸi için bitti'' diyor. Katılır mısınız buna?
Edasına bakarsan devrimcidir. Hâlbuki devrimcilikten herhangi bir geleneksel cemaat kadar uzaktır. Öne atılma, bedel ödeme, rejimle hesaplaÅŸma, devrimci iddiaların hakkını verme dirayetini gösterebilecek çok az grup, ekip ve ÅŸahsiyet vardı. İBDA-C, İslamî Hareket, Hizbullah… Civanmerttiler, cengâverdiler, serdengeçti idiler, bir daha da gelmez öyle bir kuÅŸak. Ne oldu peki: Facia. Hem fail hem münfail olarak facia. Sürdürülebilir bir yol bıraktılar mı? Kırılan fidanlara bak, yapılan icraatlara bak. Tekel bayii bombalama, soygun, domuz bağı… Devrimci İslamcılık da kendi kendini tasfiye etti. Devlet, karakollara toplattı hepsini.
Peki diÄŸerleri?
Zaten yapmayacağınız bir iÅŸin altına âlây-ı vâlâ ile girmenin ne manası vardı? Atamayacağınız taşı ürküteceÄŸiniz akbabaların üstüne niye doÄŸrultuyordunuz? İslamcılığın bu hâli ehlikitap hakkındaki ÅŸu ayeti bana hatırlatır: 'İcat ettikleri ruhbanlığa gelince onu biz yazmadık; kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar ama buna da hakkıyla riayet etmediler.' DevrimciliÄŸi Allah bize yazmamıştı, bizimkiler icat etti, hakkını da vermediler. Ladinilikte Siyonistlere benzediÄŸimiz gibi içsel dünyamızın başıboÅŸ gelgitleri de Hıristiyan ruhbanlarınkini andırmaktadır. İslamcılık baÅŸarısız bir ideolojidir. İyi ki de baÅŸarısızdır. Bir iktidar ideolojisi olarak emeline kavuÅŸtuÄŸunda daha feci sonuçlara sebep oldu çünkü. İran mı dersin, Sudan mı? Fiyasko. Devrim ateÅŸlerinin yakıldığı yerlere bak, çekilen acılara, gelinen noktalara. Bunca yolu hiçbir yere varmak için mi teptik yoldaÅŸlar? Zorba rejimleri aklamıyorum ama bu kadar ideolojik, politik, iktidar odaklı bir söylemin tam da zorbaların tıynetine ve diÅŸine göre olduÄŸunu birileri söylemeliydi. İslam'ı bir iç savaÅŸ ideolojisi ve aparatı olmaktan çıkarmak için birileri bir ÅŸey yapmalı. İslamcılık hazır düzenek; nerede iç savaÅŸ çıkarmak istiyorsan onu biraz palazlandır, orası burasıyla biraz oyna, sonra otur seyret, kanın gövdeyi götürüÅŸünü.
Bülent Tokgöz / FotoÄŸraf: Independent Türkçe
Son tahlilde yapılması gereken neydi?
Her din kendi ahkâmını tatbik etmek, ipleri eline almak ister. Bu en barışçıl öÄŸretiler için bile geçerlidir. İslam'ın iktidar vurgusu olarak okunabilecek pek çok ciheti ve cihad gibi mütemayiz bir umdesi varken dengeyi tutturmak zordu; İslamcılık olmasa da zordu, kurtlar sofrasına bodoslama dalarak İslamcılık iÅŸleri iyice zorlaÅŸtırdı. Hâlbuki akıllı ve hikmetli olsan, ahlakî, manevî, felsefî örnekliÄŸini hakkıyla yapsan, insanını yetiÅŸtirsen, milletle ve devletle saÄŸlıklı, derin, makul iliÅŸkiler kursan gelecek senindir. İslam ülkelerinin kaderi İslam'dır, tüm diÄŸer akımlar gelip geçicidir. İslam bu toprakların kaderidir (Kaderiydi veya). Kaliteni koru, gücünü koru, erken doÄŸumlardan, tekinsiz çatışmalardan sakın, gün gelip de iktidarı alman icap ettiÄŸinde kalkar ve bedelini ödeyerek emaneti alırsın. Çığırtkanlığa lüzum yok, iç savaÅŸ tellâllığına gerek yok, hele mazoÅŸizme hiç hacet yok. Söylenecek çok ÅŸey var ama laf uzadıkça tesiri daha da azalıyor. Mümkün olduÄŸunca susuyorum bu hususta. Sormasan konuÅŸmazdım da.
''Hamas'la ve hamasî Filistin söylemleriyle bir süre daha vaziyeti kurtaracaklar''
Siyasal İslamcılık ile Cihadi İslamcılık arasında geçiÅŸkenlik var mı? Ya da birbiriyle çatışır mı?
Vardır, Mısır'da, Pakistan'da filan bu tür örnekler bulmak mümkün ama ülkemizde İslamcı iken cihadçılığa intikal etmiÅŸ bir tek grup bulmak bile güçtür. Çünkü cihad günümüzde Selefîlerin uhdesindedir. Onların semtinde. BektaÅŸî'nin deyiÅŸiyle, 'O iÅŸe onlar bakıyor.' Selefî olmayan bir ekibin bu taraklarda bezinin olması herkesçe yadırganır. Cihadın tapulu malları gibi kendileriyle özdeÅŸleÅŸmesinden pek de hoÅŸnutsuz olmayan Selefîler de bu tür geçiÅŸkenlikleri zorlaÅŸtırmak için ellerinden geleni artlarına koymaz. Bu bir süredir böyle, bir süre daha böyle gider. Hatların Türkiye'de bu kadar keskin olmasının sebebi, İslamcılığımızın büyük oranda Ehlisünnet'in altını oymasındandır. Ehlisünnet çizgisi o kadar silikleÅŸti ve saÄŸa kaydı ki, bir İslamcı yapının cihad sahasına geçebilmesi için önce zahmet edip bu mesafeyi kat etmesi gerekir. Onca yol tepmiÅŸken bir daha geri dönüp bu iÅŸlere bulaÅŸmak kimsenin iÅŸtahını kabartmıyor da. İştah kabartıcı bir tarafı da yok. SavaÅŸ kartpostalları basmaya benzemiyor çünkü bu iÅŸ. Cihad ÅŸiirleri döÅŸenip marÅŸları oradan buradan bestelere yapıştırmaya da benzemiyor. Casus uçaklar bir vuruÅŸta onlarca kelle alıyor. Cihad topraklarına gidip gelmiÅŸ olmanın kazandıracağı bir itibar da yok, nefesi kodeste alırsın. Neme lazım deyip İslamcılıkta devam etmek en rasyonel olanıdır. Arada bir Amerikan bombardımanlarını kınayabilirlerse onurlu duruÅŸlarına zeval de gelmemiÅŸ olur. Hamas'la ve hamasî Filistin söylemleriyle bir süre daha vaziyeti kurtaracaklar velhasıl.
Soruya buradan bakınca siyasî İslamcılığın cihadî İslamcılığa geçiÅŸin bir aÅŸaması deÄŸil, barikatı olduÄŸunu dahi söyleyebiliriz. Bir geçiÅŸkenlik olsa dahi geleneksel yapıların İslamcılıkla aralarındaki geçiÅŸkenlikten daha fazla deÄŸildir. DoÄŸru kavram geçirimsizliktir. İslamcılıkla cihadçılık kopmuÅŸtur, kopuÅŸ azalmayacak, artacaktır. UzlaÅŸmayı saÄŸlayabilecek her iki ekolce de makbul ve muteber isimler büsbütün kaybolmak üzeredir. Abdullah Azzam suikastı benim yakın tarihte gördüÄŸüm en dehÅŸetengiz nokta atışıdır. Kim yaptıysa hedefi 12'den vurdu. Ümmetin en dinamik iki kanadı arasındaki rabıtayı koparıp sakar bir deve kuÅŸu gibi ortalıkta dolaÅŸmasını çabuklaÅŸtırdılar.
Suriye Savaşı Türkiye İslamcılarını nasıl etkiledi?
Etkilene etkilene etkilenmemeyi öÄŸrendiler. İçlerinde derinden ah çekenler elbet vardır ama yaÅŸadığımız hezimetin derinliÄŸini tam anladıklarından ÅŸüpheliyim. Türk askerinin birkaç baÅŸarılı hamlesi büyük bir zafer algısına sebep oldu, dibi göremedi İslamcı taban. Sosyal medya iÅŸi goygoyla götürdüÄŸünden kullanışlı gerçeklerden baÅŸkasına, netameli realitelere prim verilmedi. Vahameti görmek hep kötümserlik ve karakter zayıflığı olarak yaftalandığı için tozpembe tasvirler daha fazla müÅŸteri buldu.
Hüsran, itiraf edilmediÄŸinde dahi yıkıcı bir histir, hatta itiraf edilmediÄŸinde daha yıkıcıdır. Suriye fiyaskosu hepimizin siciline yazılacak bir beceriksizlik ve basiretsizlik abidesidir. BeÅŸÅŸar'ın, Baas'ın, Nusayri cuntasının devamından yana olan gizli Åžiilerin timsah gözyaÅŸları ile benzeÅŸtirilmek benim için züldür. Suriye devrimini elimize yüzümüze bulaÅŸtırdık. İslamcısıyla, cihadçısıyla. Sadece bu rezilane fiyasko bile tuttuÄŸumuz yolları sorgulamak için kifayet etmeliydi. Ama kifayetsiz ihtiraslarımız sürdükçe hep rakip meÅŸrebin ayranı ekÅŸi olacak, bizim kaşığımız hep sütten çıkmış kalacak. DüÅŸman çok zalim, amenna; birbirini kırarak Åžam'ın elini rahatlatan bizler de az deÄŸiliz. İran'a bak, tüm Åžii grupları nasıl tespih taneleri gibi bir imame etrafında topladı. Bir de bize bak. Bu kadar dağınık, başıbozuk, kaotik olmak doÄŸal deÄŸil; Sünniler suni bir akıl tutulması yaşıyor. Zilletin devam etmesi için de körfezdeki ÅŸerir kuklalar petro-dolar pompalamaya devam ediyor. Suriye devrimi bir milat olabilirdi. Arap baharının taç yaprağı olabilirdi; olmadı, güzümüz, zemherimiz oldu. Huninin aniden tersine dönmesi gibi, zirve birden gayya kuyusuna döndü. Kuyu derin ip kısa, bizi buradan kim çıkaracak? Umutsuzluk kalbime karargâh kurmuÅŸ sanırım.
Türk ordusu tek umuttu, durduruldu. Onu tutan elli tane faktör var. NATO'culuÄŸu tutar, FETÖ'cülüÄŸü tutar, ulusalcılığı tutar, ülkücülüÄŸü tutar. Bunların hiç birisinin Suriye rejimiyle ontolojik bir problemi yoktur. Suriye ki PKK'nın dölyatağıdır ama bizim komuta kademesi ne hikmetse pek müsamahakârdır adı batasıca Esed hanedanına. Libya'da ÅŸartlar daha dezavantajlı olmasına raÄŸmen baÅŸardılar, dileseler Suriye'de haydi haydi baÅŸarır, tüm zorlu denklemlere raÄŸmen hiç kendi yumruklarını dahi vurmadan Åžam yönetimini alaÅŸağı edebilirlerdi. "Emevî Camii'nde cuma namazı kılmak" tabiri çok tahkir edildi ve nihayetinde Putin gidip orada poz verdi. ErdoÄŸan gidemedi, çünkü Türk generaller Emevî Camii'nde cuma namazı kılmak istemedi. Namaz kılanı varsa da istemedi. Böyle bir ufukları yok. Onlar için Kandil bile Everest. Tek umut Türk ordusu, o da böyle bir umut iÅŸte. Üzgünüm.
''Kalbime dokunacak letafet de yok, beyin kıvrımlarımı heyecanlandıracak azamet de''
İslamcılığın bir iddiası kaldı mı?
Çoktandır takip etmediÄŸimi söylemiÅŸtim. Okumakta güçlük çekiyorum çünkü yazdıklarını. Ne kalbime dokunacak bir letafet buluyorum ne beyin kıvrımlarımı heyecanlandıracak azamet. Bir oksijensizlik, adrenalinsizlik, testosteronsuzluk, meymenetsizliktir gelmiÅŸ ve bir daha gitmemiÅŸ sanki; hayat enerjisi bulamıyorum. Çok farklı ekollerden kaliteli kalemler elbette ki mevcut; meselenin can damarını yakalama arzusunda olan elbette ki sadece ben deÄŸilim; elbette ki yaÅŸananları damıtıp bir iksire eriÅŸmek isteyen baÅŸka çilekeÅŸler de var; fakat yabancılaÅŸmışım, baÄŸ kuramıyorum.
Bana bir yabancı muamelesi yapılmasının da bunda paydı vardır elbet. Bir ÅŸey söylüyorum, bakıyorsun bir akademisyen röveÅŸataya yatıyor, "nedir bu itirafçı dil" diye zılgıt çekiyor. Tribünlere degaj. Çok da gülünç bir durum: Her ÅŸeyini İslamcılığa vermiÅŸ biri her ÅŸeyini İslamcılıktan almış biri tarafından kerih görülüyor. Sanırsın odur en önde dövüÅŸmüÅŸ. Odur cephenin ateÅŸini, dumanını, tozunu yutmuÅŸ. Odur iÅŸkenceyi, zindanı, sürgünü yaÅŸamış. Ben satırlardakine bakarak İslamcılık tenkidine varmadım bayım; sadırlardakine bakarak bu noktaya savruldum. Aşırılıkları, arızaları, açmazları göre göre, diplere toslaya toslaya.
Kitaplarınızdan sonra ''itirafçı'' olmakla da suçlanmışsınız anladığım kadarıyla?
YaÅŸadıklarım aha bunlar; mutedil bir yolu var mı bu aşırılıkları anlatmanın. Haykırmadan, aÄŸlamadan, küfretmeden nasıl aktarabilirsin bunları? YaÅŸananlar normal ÅŸeyler olsa zaten dillendirip de bu kadar düÅŸman kazanmaya deÄŸmez. Anormal bir hengâmeyi anlatınca da itirafçılık oluyor. Ne yapalım, sessizlik yeminimizi tutup dilimizi mi keselim? Meramımızı siz sayın icazetlilere arz edelim, onlar mı uygun bir dile tercüme etsinler? Tek suçumuz yaÅŸamış olmak mı? OturduÄŸum yerden teori kasacak olsaydım kurtulabilir miydim itirafçı dilden? İslamcılar ikiye mi ayrılıyor; olayların içinde yaÅŸayıp ebediyen susması icap edenler, güvenli alanlarda yan gelip oturup ahkâm kesmeye salahiyetli olanlar. Ne güzel bir taksim. DGM savcıları bile senden adildi hemÅŸerim. İslamcılık üstüne okuyup yazmayı da meslek görüyor deÄŸilim, beÅŸ kuruÅŸ kazanmadım, kazanmayacağım da. Ne o kitaplardan ne yeni baskılarından tek kuruÅŸ gırtlağımdan geçmeyecek, keseme girmeyecek. Çok ÅŸükür tamamını vakfettim, basılırsa bile parası hayır vakfına gidecek. Bundan sonra da o bahisler üstüne kalemimi sarf etmeyeceÄŸim. Dolayısıyla kendimi çekebileceÄŸim en hür pozisyona çekme iradesindeyim. Sözümü söyledim, dileyen kulak verir, dileyen ıslık çalarak konforlu konumunun yolunu tutar.
Tuzu kuru bir akademisyen diliyle konuÅŸacağıma, susmayı yeÄŸlerim. İtirafçılıkmış! Siz ÅŸekerleme tadında konuÅŸunca özeleÅŸtiri oluyor, biz ciÄŸerlerimizdeki kara kanı yutkunarak, kusarak konuÅŸunca itiraf oluyor. Dili varabilse iftira diyecek. Susalım o zaman tuzu kuru akademisyen. Al senin olsun İslamcılık. Hayrı da ÅŸerri de senin olsun. Metaın, rantın olsun; irdele, kes biç, teze çevir. Sizden sorulsun İslamcılık. Sahne hep sizin olsun. Koltuklar, ekranlar, sütunlar. YaÄŸlı bir kuyruk bulmuÅŸsunuz, yiyin afiyetle ahir ömrünüze kadar.
''Yaşarsam zevkle kulak tıkayacağım''
Yeni dönem İslamcılarına baktığımızda nasıl deÄŸiÅŸimler göreceÄŸiz?
ÂlemÅŸümul bir bozgun yaşıyoruz. Çöken dam sadece İslamcıların deÄŸil, göçük altında kalan tüm ehl-i İslam. Bir ÅŸey diyeceÄŸim, gene röveÅŸataya kalkacak profesyoneller. Tavsama bugüne özgü deÄŸil. İslamcılığı günah keçisi ilan etmek de kolaycılık. Cemel'den, Sıffin'den beri tavsamış bir İslam vardı elimizde. Sahabe ordulara bölünüp birbirini kırdığında tavsadı İslam. İlim ve irfanla Farslar sırtladı bir yere kadar, sonra Türkler bir dinamizm getirdi, süvari gücü olarak. ModernliÄŸin kuÅŸatma ve nüfuz gücünü püskürtecek bir entelektüel süvarilik onlarda da olmayınca elde kalan İslam da tavsadı. İslamcılık dün yoktu, yarın da olmayabilir ama İslam'ın istikbali de iç açıcı deÄŸil. Bırakınız dünyayı dönüÅŸtürmeyi, kendi mevcudiyetini sürdürebilecek mi diye endiÅŸeyi mucip bir gidiÅŸat var. Ahir zaman bilincimizin bu kadar zayıf oluÅŸu modernliÄŸimizden hep. Bu cahilane iyimserliÄŸimiz, geleceÄŸin ilerlemeye dönük olduÄŸu vehmi hep Batılılığımızdan. DoÄŸulu dediÄŸin biraz gamlı olur, gamsız, üçüncü sınıf Batılılarız nicedir.
İktidar olunduÄŸu için çöküÅŸ hissedilmiyor. Toplum bir dekadans yaşıyor. Muhafazakârlık zavallılık; muhafaza edilecek bir ÅŸeyin kaldığını sanma avunmacılığı. Dijital çaÄŸ diÅŸlerimizi söktü. Kalplerini söktü çocukların. Son insan nesliyiz diyorum geldiÄŸimden beri. Boynu telefonundan baÅŸka bir ÅŸeye eÄŸilmeyen, kendisinden baÅŸka mabuda secde etmeyen bir nesil var önümüzde. Politik lügatçeyle zırnık anlatamazsınız. Belki fıtrattan kalan bir parça dokuyu iÅŸleyerek bu selden onu kenara çekebilirsin. İslamcı olmak davasını geçtim, Müslüman olmak davasını da geçmek üzereyim, insan olmak davası duruyor önümüzde. İnsanlığımızı kaybediyoruz, kaybettik. Birinin bu nesle göÄŸe bakmayı öÄŸretmesi gerek. DaÄŸlara, tarlalara, aÄŸaçlara… Bir insanla oturup hasbihal etmesini, susmasını, gülüp aÄŸlaÅŸmasını, gezip dolaÅŸmasını öÄŸretmesi lazım. Robot istilasına karşı insanlığı savunurcasına dijitalizmin iÅŸgaline karşı insaniyeti müdafaa için yapmalı ne yapılacaksa. Bu kadar cemaatimiz, örgütümüz, binamız olacağına birkaç tane daha Kemal Sayar'ımız olsaydı. Birkaç tane daha Hasan Aycın'ımız. Bak tıkanıyorum, sürdüremiyorum timsalleri. Sanatkâr çıkaramadın, ÅŸair de çıkaramıyorsun dikkat et. Arılar ölünce kıyameti bekle diyor ya bilim, ÅŸiir ölünce bence kıyamet çoktan kopmuÅŸtur. Åžiiri yok Müslümanların. Bak, İslamcılar demiyorum, Müslümanlar diyorum. İsmet Özel geldi noktayı koydu ve gitti. Åžiirin yokken, hikmet ehli, gönül ehli insanın yokken gönle, fıtrata, cana nasıl dokunacaksın a canım? Toplumdaki sekülerleÅŸme bu hızla sürdükçe birkaç dönem sonra zaten iktidar kaybedilir. O zaman külahları masaya koyup nerede hata yaptık diye düÅŸünürler. Akademisyenler, sosyologlar içinden bile itirafçı dile mecbur kalan birileri çıkar belki. YaÅŸarsam zevkle kulak tıkayacağım.