(Radikal, 9 Nisan 2012
BoÄŸaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öÄŸretim üyesi ve Atatürk ılke ve ınkılapları Enstitüsü kurucu yöneticisi Prof. Zafer Toprak bir süredir üzerinde çalıştığı kitabı bitirdi: ‘Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji’, çarÅŸamba günü piyasaya çıkacak. Prof. Toprak, Atatürk’ün tarihçiler tarafından yeterince üstünde durulmayan entelektüel faaliyetlerine yoÄŸunlaşıyor. Kitabı okuduÄŸunuzda antropoloji ilgisinin bir ulus inÅŸasında nasıl rol oynadığını, Türk tarih tezine nasıl dönüÅŸtüÄŸünü, toplum mühendisliÄŸinin teorik altyapısını mükemmel ÅŸekilde görüyorsunuz. ışin elbette bir de Dersim ve Kürt sorunu ayağı var. Kitabında son sözü söylemekten özellikle kaçınan Prof. Toprak’tan verdiÄŸi bilgileri bu röportajda yorumlamasını istedim.
Atatürk’ün yeni insan yaratma sürecinde ne tür bir siyasi ve entelektüel teori var?
İki fay hattı söz konusu; biri 1919… Atatürk’ün bir siyaset adamı olarak yeniden doÄŸuÅŸu. Tabii metaforik anlamda kullanıyorum doÄŸuÅŸ sözcüÄŸünü. ıkincisi ise 1929… O tarihteki Büyük Buhran, Türkiye’yi tekrar muhasebe yapmaya sevk ediyor. O vakte kadar Türkiye Batı’ya öykünen bir ülke. Ama Avrupa’nın çözümsüzlüÄŸe doÄŸru yol aldığını da görüyor. Bir tarafta BolÅŸevizm, öbür tarafta faÅŸizm, bir müddet sonra nasyonel sosyalizm… Atatürk ÅŸuna karar veriyor: Dışardan gelen tüm bu tehditlere karşı yeni bir vatandaÅŸ kimliÄŸi, yeni bir insan olgusu oluÅŸturmak. Bu da kültür devrimini gerektiriyor.
Kafasındaki yeni insan olgusu, Anadolu insanına ne kadar uyuyor?
Ulus devlete sadık olan yurttaÅŸlar oluÅŸturmak istiyor. Her ÅŸeyden evvel bu yurttaşın geçmiÅŸle bağını koparması gerektiÄŸini düÅŸünüyor.
Toplum mühendisliÄŸi yani?
Tabii. Çünkü milli mücadeleyi kazanmış olsa da bu insan tipi zihinsel olarak hâlâ Osmanlı’ya baÄŸlı. O yüzden bana sorarsan Atatürk olmasa Cumhuriyet ve laiklik olamazdı. Halifenin simgesel olarak baÅŸta olduÄŸu bir anayasal yapı, belki de bir meÅŸruti monarÅŸi olabilirdi.
Atatürk yerine baÅŸka otoriter biri olsa… Yani burada Cumhuriyet’i getiren Atatürk’ün en önemli özelliÄŸi otoriterliÄŸi deÄŸil mi?
Bir bakıma öyle tabii. Atatürk’ün kafasında güçler birliÄŸine dayanan Rousseau-vari bir devlet modeli var. II. MeÅŸrutiyet’e baktığımızda daha Montesquieu’yü anımsatacak bir yapıyla karşılaşıyoruz. Hürriyet ön planda. Oysa Cumhuriyet’le egemenlik kavramı öne çıkıyor. MeÅŸrutiyet’te birey somut, Cumhuriyet’te soyut bireyle karşılaşıyoruz.
Yeni insan olgusu yaratırken antropolojiye bu denli ilgisinin sebebi ne?
Türkiye Milli Mücadele’yi kazanıyor ama Batı’nın gözünde hâlâ ikinci sınıf toplum. Batı ders kitaplarında Anadolu insanı sarı ırka mensup, Mongoloid olarak tarif ediliyor. Yani Batı’nın dışladığı bir insan tipi. Atatürk’ün antropolojiyi gündeme getirmesindeki birinci sebep, Batı’ya ‘Biz de sizler gibiyiz’ diyebilmek.
Ve bunun için insanların kafataslarını ölçen fizik antropolojiye yöneliyor deÄŸil mi?
Bakın, Atatürk’ün ilgilendiÄŸi ve Türk tarih ve dil tezini tetikleyen fizik antropoloji aslında Nazi antropolojisine alternatiftir. Antropolojiye göre insan tipolojisinde iki tür kafa ÅŸekli var: Dolikosefal ve brakisefal. ıddia ÅŸu: Avrupa’da uygarlığı temsil eden ari ırktır ve ari ırk dolikosefal kafa yapılarından oluÅŸur. Nazi antropolojisi bu doÄŸrultuda geliÅŸiyor. Fakat Fransa ve ısviçre’de buna ırkların saflığından deÄŸil, birbirine karışmış olmasından söz eden bir alternatif teori oluÅŸturuluyor. Avrupa’ya neolitik evreyi getirenler Orta Asya’dan göç eden brakisefaller. Ve bunlar dolikosefallerle karışıyor. Anadolu insanı da Batı literatüründe brakisefal olarak tarif ediliyor. Atatürk de bu tezi geliÅŸtirip Türk tarih tezine dönüÅŸtürüyor. Anadolu’dan geçip Avrupa’ya giden brakisefaller Türk’tü diyor. Bunu diyebilmek için de derin antropoloji araÅŸtırmaları yapılıyor Anadolu’da.
Devlet kuran bir insanın bu kadar kafataslarıyla uğraşması tedirgin edici değil mi?
O günlerde kafatası fizik antropolojinin temel girdisi… Bugün üniversitelerdeki biyolojik antropolojinin ilk evresini kafatası oluÅŸturuyor. Amerika dahil birçok ülkede kafatası ölçüyorlar. Atatürk kafatasıyla deÄŸil bilimle uÄŸraşıyor…
Afet İnan’a uÄŸraÅŸtırıyor ama...
Antropoloji çalışmalarıyla baÅŸlayan Türk tarih tezi tarihçilik alanında çok önemli bir atılım gerçekleÅŸtiriyor. 1930’lu yılların Türkiye’de disiplinlerarası düÅŸünce yapısını belirleyen bir ıngiliz sosyalist tarihçi: H. G. Wells. H. G. Wells’le birlikte tarih anlayışı geniÅŸ bir zamana yayılıyor; geçmiÅŸ milyonlarca yıl geriye çekiliyor. ılginçtir, Nutuk’ta atıf yapılan tek yabancı isim H.G. Wells. Atatürk bir ÅŸekilde Wells’in ‘ınsanlığın Tarihi’ adlı kitabını bulup okuyor. Bence bu kitap Türkiye’de tarihçiliÄŸin dönüm noktalarından biri. Uhrevî nitelikteki Adem-Havva’dan baÅŸlayan tarih milyonlarca yıl geriye çekilerek dünyevî bir tabana oturtuluyor.
Atatürk, evrim teorisiyle de ilgili…
Tabii. O dönemde evrim teorisini gündeme getirmek ancak Atatürk’ün yapabileceÄŸi bir ÅŸeydi. Orta 1 Tarih kitabı, “Tanrıyı bulan, bunun sırlarını açan ve bugün hâlâ açmaya çalışmakta olan insan zekâsıdır” diye baÅŸlıyor. Bugün kolaysa, de bunu! Mantık kitaplarında, jeoloji, biyoloji kitaplarında Darwin var. Tarih kitapları Darwin’den esinlenilen ‘hayat zinciri’ne yer veriyor.
Ama o öldükten sonra bu kısımlar kitaplardan çıkarılıyor, nasıl oluyor?
Bu, dünyadaki tüm kültür devrimlerine özgü. Bir noktadan sonra belirli bir geri adım atılır. Kitapları aynı kiÅŸiler yazmasına raÄŸmen 1938 sonrası Darwinist hayat zincirine yer verilmiyor. Türkiye’de bilimin temelleri 1930’larda atılıyor.
Afet İnan, Atatürk destekli antropoloji anketi için Anadolu’da 64 bin kiÅŸinin kafatasını ölçmüyor mu?
Hâlâ bilim adına bu tür ölçümler yapılıyor. Fizik antropoloji budur zaten. O dönemde bu tür ölçümler da son derece yaygın. Ve Afet İnan’ın yaptığı antropoloji anketi bilimsel manada çok övgü alıyor Avrupa’dan. Zaten o yüzden de 18. Uluslararası Antropoloji ve Tarihöncesi Arkeoloji Kongresi’nin Türkiye’de yapılmasına karar veriliyor. Türkiye bu sayede saygın bir yer ediniyor.
Peki Afet İnan sonra bu araştırmadan dolayı niye utanıyor?
Utanmıyor ama antropolojinin farklı alanlara yöneldiÄŸinin bilincinde. Türkiye’de de antropoloji giderek toplumsal ve kültürel alana kayıyor. Doktora tezinin kitaba dönüÅŸmesi 1947 yılını buluyor. Nazi Almanyası’nın çöküÅŸü ertesi insanlar ırk meselesine mesafeli bakmaya baÅŸlıyor. Afet İnan da bu araÅŸtırmasını sahiplenmiyor.
Atatürk antropolojiyi siyasi bir araç olarak nasıl kullandı?
Türk devriminin Osmanlı’yla ve ıslam’la mesafesini koruyabilmesi için ıslam öncesine uzanması gerekiyordu. Antropolojik tezlerle bu yapılıyor. 30’lu yıllarda ulusu inÅŸa eden faktörler arasında din yoktur. Hatta kitaba baÅŸka hiçbir yerde bulamayacağın bir detay da ekledim: Atatürk kendi insanlarımızın Arap çöllerinde telef olmasına infial duyuyor. “O topraklarda ne iÅŸimiz vardı” diyor. Ve Hz. Muhammed, 1930’larda artık Muhammed olmuÅŸ… Sıfatı kaldırılmış durumda. Ders kitaplarında da hilafet konusunda veryansın edilir. Bilimlerin kiliseyle, ya da dinle en uzlaÅŸmaz olanı antropoloji. Antropolojik bilgi dini sorguluyor. Cumhuriyet’in ilk evresinde antropolojiyi devreye sokmadan laiklik güç gözüküyor.
Bu antropolojik tezlerin Kürtler için anlamı nedir?
Aslında o dönemdeki antropoloji tezlerinde etnisite yok. Türk de Ermeni de Kürt de brakisefal olarak anılıyor. Hatta birtakım Kürt enteleküelleri de “Biz de brakisefaliz, aynı soydanız” diyor. O dönemde Kürt sorunsalı etnik deÄŸil, antropolojik bir sorunsal. Yani dışlayıcı deÄŸil, kuÅŸatıcı. Herkes ortak paydada birleÅŸiyor.
İyi ama problem ayrı bir halkı kafatasına bakarak Türk ÅŸemsiyesi altına koymakla baÅŸlamıyor mu?
Elbette orada bir mühendislik var. Çünkü bir de milliyetçilikler çatışması yaÅŸanıyor. Bir tarafta Atatürk var, diÄŸer tarafta Kürt milliyetçisi Baytar Nuri. Bu asimetrik bir güç savaşı. Atatürk ve kadrosu bir devlet geleneÄŸinden geliyor, Kürt hareketi ise daha protonasyonalist, yani ön-milliyetçi bir aÅŸamada. Yazılı kültür son derece sınırlı. Ayrıca Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt kimliÄŸi reddedilmiyor. Kitapta bunun somut örnekleri var. Devletin yayınlarında Kürt aÅŸiretlerine yer veriliyor. Ne zaman ki ÅŸeyh Sait çıkıyor, Kürt kelimesi tedavülden kalkıyor, ‘daÄŸ Türkleri’ geliyor.
Asimilasyon başlıyor...
Evet ama zaten Anadolu’nun her tarafı bu mühendislik yöntemleriyle Cumhuriyet’e entegre edildi. Benim atalarım kısmen Çerkesçe, Kumukça konuÅŸurdu, ben tek kelime bilmem. Anlayacağın, hepimiz asimile olduk Cumhuriyet için. Ulus inÅŸa etmek kolay deÄŸil. Dil açısından bakarsak da bugün konuÅŸtuÄŸumuz Türkçe’nin yüzde 60’ı 1930’lu yıllarda yaratılmıştır. Ayrıca bütün ulus devletler bu yollardan geçmiÅŸtir.
Atatürk’ün Kürt sorunu yok muydu yani?
Dersim ve çevresine Osmanlı’dan itibaren 100 yıldır hâkim olunamıyordu. Ve rejim II. Dünya Savaşı öncesi yöreyi entegre etmekten yanaydı. Dersim harekâtının arkasında bu vardı. Anadolu’da yaÅŸayanların her biri farklı coÄŸrafyalardan göç etmiÅŸti. Cumhuriyet’in misyonu bu farklı unsurları bir potada eritmekti.
Ama din sorunu vardı...
Evet, Atatürk’ün Kürt sorunu deÄŸil ama din sorunu vardı. Dine epey mesafeli durduÄŸunu söyleyebilirim. Yani anti-klerikal (din karşıtı) çizgi ınönü zamanında deÄŸil, Atatürk zamanında baÅŸlamıştır. Bunu tarih tezlerinden ders kitaplarına kadar her yerde gözlemlemek mümkün.
Kendisi dindar olmadığı gibi kimsenin olmasını istemiyor öyle mi?
O dönemde asıl amaç halkı hilafet olgusundan koparmak. Ayrıca bu din karşıtlığı bize özgü deÄŸil, dünyada din çok yıpranmış durumda o günlerde. Bir tarafta Sovyet Rusya, bir tarafta ıspanya.
İşte bu ters tepmedi mi ve dindar insanlar mağdur olmadı mı?
Elbette çünkü insanların kültür kodlarını bastırıyor. Cumhuriyet’in o günkü koÅŸullarda geniÅŸ kitlelere ulaÅŸması olanaksız. Her ÅŸeyden önce coÄŸrafya buna engel. Cumhuriyet’in propaganda araçları çok kısıtlıydı, maddi gücü yoktu.
Atatürk’ün izlediÄŸi toplum mühendisliÄŸi bugün iÅŸler mi?
Bu devirde mümkün deÄŸil çünkü çok daha kristalize bir birey kavramı var. Milli Mücadele 1912’de Balkan Harbi’yle baÅŸlamış 10 yıllık bir savaÅŸ. Anadolu 5 milyon nüfus kaybetmiÅŸ. Geriye fakir, okur yazar düzeyi çok düÅŸük bir kitle kalmış. Bugün küresel dünyada yaşıyoruz. ıktidarların gücü de daha sınırlı, er geç toplumun kontrol mekanizmaları devreye giriyor. Toplum mühendisliÄŸi denense de geri teper.