Gerçeğe Uzak Kalmayın - AFRİKA'DA SON OSMANLI TEBAASI TEVARİKLER
Anasayfam Yap    -
Reklam     -
Kunye     -
Son Mansetler    -
Iletisim                                 
Facebook    -
İRAN IRAK'IN SAHİBİ GİBİ PKK'YI KORUMAYA ÇALIŞIYOR
MALCOLMX SUİKASTI İÇİN YENİ KANITLAR
AĞLAYIP KÖPEKLERİ SEVİNDİRMEYECEĞİM
ERCÜMENT ÖZKAN'IN ARDINDAN
Karakter boyutu :13 Punto15 Punto17 Punto19 Punto

AFRİKA'DA SON OSMANLI TEBAASI TEVARİKLER

AFRİKA'DA SON OSMANLI TEBAASI TEVARİKLER
2020-08-23 20:00:04


Sahra Çölünün kadim sahipleri” ve “Afrika’daki son Osmanlı Tebaası” olarak bilinen Tevarikler, binlerce yıllık milli kimlikleri, farklı örf ve adetleri, bedevi yaÅŸam biçimleri ve Osmanlı’ya gösterdikleri sadakatle tanınan Müslüman bir topluluk olarak dikkati çekiyor.



Kökenlerinin Endülüs Fatihi Tarık Bin Ziyad ile Amazikliler olduÄŸu rivayet edilen Tevarikler’in, kökeninin nereden geldiklerine dair birçok farklı görüÅŸ bulunmaktadır. Tevârikler’in ana yurdu, günümüzde Mali Cumhuriyeti’nin kuzeyi ile Moritanya’dan Sudan’a kadar, Kuzey Nijer ve Kuzey Çad’dan Güneybatı Libya, Fas ve DoÄŸu Cezayir’e kadar geniÅŸ bir coÄŸrafyaya uzanmaktadır.  Dünya genelinde 3,5 milyon Tevarik olduÄŸu tahmin ediliyor.



“Osmanlı-Afrika iliÅŸkileri ve Afrika Siyasi Tarihi üzerine çalışmalarını sürdüren İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde öÄŸretim üyesi Dr. Muhammed TandoÄŸan ile Afrika’daki son Osmanlı Tebaası Tevarikleri ve “Büyük Sahra’da Bir Osmanlı Tebaası: Tevârikler” kitabı üzerine, arÅŸivlik, çok önemli bir söyleÅŸi gerçekleÅŸtirdik.



İyi (Mücerret) okumalar






Bu eser, Türklerin Afrika’daki varlığını yok sayma iddiasında bulunan Batılı kaynaklara cevap vermek arzu taşımaktadır




Tevârikler hakkında yeterince yazılı eser ve kaynak bulunmamasına raÄŸmen “Büyük Sahra’da Bir Osmanlı Tebaası: Tevârikler”in yazılım serüveni nasıl baÅŸladı, hangi amaçla yazdınız ve kaynak imkânının az olduÄŸu bir konuda araÅŸtırırken yaÅŸadığınız zorluklar nelerdi?



Tevârikler konusunda Batı literatüründe esasında yüzlerce akademik mahiyette çalışma mevcut. Bilhassa Tevâriklerin yaÅŸadıkları bölgelerin büyük çoÄŸunluÄŸu kolonyal dönemde Fransız sömürgesi olması ve kısmen bu bölgelerde Fransız-İngiliz nüfuz mücadelesi de var olması hasebiyle “mülessimûn” dediÄŸimiz peçeli kabilelerin yaÅŸadıkları bölgelere ulaÅŸan maceraperestler, misyoner-seyyahlar ve subayların kendi dillerinde kaleme aldıkları Fransızca ve İngilizce kaynaklar fazlasıyla mevcut. Buna ek olarak kısmen Afrika yerel dillerinde de çalışmalar bulunmakla birlikte bilhassa merhum Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı’nın Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti çalışması bu alanda muhakkak zikredilmesi gereken bir eserdir. Ancak burada hususiyetle vurgulamak gerekirse Osmanlı devlet ricali, Avrupalı devletlerin adeta Afrika’ya kolonyal dürtülerle adeta hücum ettiÄŸi dönemde bölgeye hiç de yabancı deÄŸildi. Aksine Tevârik kabileleri Osmanlı idari taksimatını ve siyasi coÄŸrafyasını gösteren haritalarda muhakkak vurgulanmış ve bu durum da Devlet-i Aliyye’nin bu kabileleri ne kadar önemsediÄŸinin ispatıdır. Buna ek olarak o dönemin ÅŸartları içerisinde Osmanlı Türkçesi ile yazılmış hâtıra türü eserler hiç de yabana atılmayacak seviyededir. Muhammed b. Ali, Mutasarrıf Ali Bey, Müsevvitzâde DerviÅŸ PaÅŸa, Åžehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, Sâdık el-Müeyyed PaÅŸa, KolaÄŸası Ali Rıza, Hüseyin Avni Efendi, Sami (Çölgeçen) Bey, Trablusgarp Valisi Recep PaÅŸa, Abdülkadir Câmi (Baykut) Bey ve Hasan Sâfi gibi niceleri bu kabilelerin yaÅŸadıkları coÄŸrafyaya dair kıymetli bilgilerin bizlere ulaÅŸmasına vesile olmuÅŸlardır.



Türk Tarih Kurumu (TTK) Yayınlarından matbu doktora çalışmamın yazım sürecinde üzerimde emeÄŸi ve hakkı olan en önemli ÅŸahsiyet Afrika alanın duayenlerinden Hocam Sn. Prof. Dr. Ahmet Kavas. Zira Tevârik kabilelerinin siyasi tarihiyle ilgili Abdurrahman Çaycı’nın kaleme aldığı müstakil çalışmanın ardından Türkiye’de Kuzey Tevârikleri’nin Ezgar ve Haggar kollarıyla ilgili en kapsamlı makaleyi kaleme alan kiÅŸi Hocam Ahmet Kavas’tır. “Büyük Sahra’da Bir Osmanlı Tebaası: Tevârikler” baÅŸlıklı çalışmamın vücuda gelmesi ve bu peçeli kabilelere dair bende merak uyandırması, yukarıda zikrettiÄŸim bu iki çalışmayı okumam ile baÅŸladı. Bu süreçte Hocam Ahmet Kavas’ın Nijer’e ilk seyahatime vesile olmasının yanında bilhassa Tevâriklerin İngall’deki festivallerine birlikte iÅŸtirakimiz bu kabileleri doktora konusu etmemdeki en büyük etkiye sahiptir. Akabinde Türk (bilhassa Osmanlı ArÅŸivi ve ATASE) ve yabancı arÅŸivlerdeki ele alınacak konuya dair kaynak zenginliÄŸi de araÅŸtırmalarım sırasında tespit edince Tevârik kabilelerini araÅŸtırma ve inceleme arzu ve iÅŸtiyakı perçinlendi diyebilirim. Bu konuyu çalışmamda ve eserin ortaya çıkartılmasındaki en büyük gayem, Afrikâ-yi Osmanî’nin (Osmanlı Afrikası) hâkimiyet ve nüfuz alanlarının kıta Afrika’sında tespiti ve dönemin Avrupalı sömürgeci güçlerine karşı nasıl mücadele ettiÄŸini objektif ve akademik bir dille ortaya koymaktı. Bilhassa bu eser, dolaylı ve aleni olarak Osmanlı Devleti’nin Afrika’da emperyal bir politika izlediÄŸi veyahut aksine Türklerin Afrika’daki varlığını yok sayma/kasıtlı görmeme iddiasında bulunma hezeyanına kapılan Batılı kaynaklardaki iddialara cevap vermek arzu taşımaktadır.



Tevârik kabileleri üzerine çalışmalarımı sürdürürken karşılaÅŸtığım en büyük zahmet, Türk, Fransız, İngiliz ve Afrika Milli ArÅŸiv belgelerinin tespiti ve elde var olan mevcut bilgiler ışığında kronoloji takibinde ciddi zorlukların yaÅŸanmasıydı. Ayrıca Tevârikler üzerine sahada yapılan akademik çalışmaların farklı dillerde çok çeÅŸitlilik ve karmaşıklık arz etmesi de buna eklenebilir. İlaveten bu kabilelerin tarihiyle ilgili Afrika Milli ArÅŸivlerinde (bilhassa Mali, Nijer, Cezayir ve Senegal) yer alan tarihi vesikalara, Avrupalı misyoner seyyahların hâtırat eserlerine, Arapça kaleme alınmakla birlikte tasnife tâbi tutulmamış mahalli el yazmalarının yıpranmış orijinal nüshalarına ve yabancı literatürdeki bazı araÅŸtırma eserlerine ulaÅŸmak noktasında ciddi birtakım zorluklarla karşılaşılmıştır. Özellikle sömürge dönemine iliÅŸkin arÅŸiv kayıtlarının ve belgelerinin iÅŸgalci ülkeler tarafından imha edilmiÅŸ veya Avrupa’ya kaçırılmış olması karşımızda büyük bir engel olarak durmaktadır.



Muhammed TandoÄŸan




Tevârikler, bölgede İslâm’ın bayraktarı kabile pozisyonunu aldılar ve kendi tabirleriyle Sahra’nın Peçelileri olarak yaÅŸamlarını sürdürdüler




BaÅŸlangıç mahiyetinde genel bir soru ile baÅŸlayalım. Tevârikin kelime anlamı nedir? Tevârikler kimdir, kökenleri neredir, hangi soydan gelirler, belli dinleri var mıdır, kolları var mıdır, nerede yaÅŸarlar, kendilerini nasıl tanımlarlar?



Öncelikli çok kapsamlı ve çetrefilli bir soru. Zira Tevâriklerin tanımını yapabilmek ve yaÅŸam alanlarının sınırlarını tespit edebilmek çöl ÅŸartlarında gerçekten zor.



Tevârik kelimesinin anlamı, Arapça’da asli vatanını terk eden manasına gelen “te-re-ke (ت – ر- Ùƒ)” fiilinden türeyen ve bölgede yaÅŸayan kabilelere dışarıdan verilen Tevârik ismi, tekil olan “targa/târik” kelimesinin çoÄŸuludur. Klasik kaynaklarda hidayet yolunu terk ettikleri veya Sahra’nın iç kısımlarındaki dehlizlere kadar girdikleri için bu ismin verildiÄŸi görüÅŸü yanında; gündüzleri ÅŸiddetli sıcak nedeniyle dinlenmeleri ve geceleriyse hareket halinde olmalarından dolayı “karanlığı delen yıldız” manasına gelen “târık” kelimesinden türediÄŸi; Endülüs’ü fetheden Târık bin Ziyad’a nisbetle Târıkî dendiÄŸi, “terreke” fiilinden mülhem Türk (çoÄŸulu: Etrâk) soyundan geldikleri ve son olarak da Afro-Asyatik ailesinden olan TemâÅŸek dilinde “Targa” diye isimlendirilen MarakeÅŸ’in güneyindeki Vadi-i Der‘a (Dür’e) bölgesinde yaÅŸayan peçeli kabilelere nispet edildiÄŸinden ötürü bu ismin verildiÄŸine dair birçok rivayet bulunmaktadır.



Tevârik kabilelerinin soy bakımından nereden geldiklerine dair birçok farklı görüÅŸ bulunmakta ve bu kabileler hakkındaki tarihi bilgiler kısmen belirsizliÄŸini muhafaza etmekte. Sanhâce’nin alt kollarından Messûfe kabilesinden olmaları kuvvetle muhtemel iken, zayıf da olsa Lemtûne ya da Hevvâre (Haggâre) kabilelerinden olma ihtimalleri de var. İbn Haldûn’un Tevârik kabilelerinin bu bölgeye dışarıdan geldiÄŸi ve kademe kademe Afrika’nın kuzeyden Sahra iç bölgelerine doÄŸru yerleÅŸtiÄŸi görüÅŸünü savunanlardanım. Kuvvetle muhtemel akademik verilerden hareketle Yemen kökenliler.





İslâmiyet buraya gelene kadar bu kabileler, tarihsel süreç içerisinde farklı uygarlıkların yönetimi altında kaldılar ve bu idari mekanizmalar, bölge kabilelerinin (bilhassa peçelilerin Sanhâce kolunun) Hıristiyanlığa meyletmeleri için büyük çaba sarf ettiler. 732’de yapılan Puvatiye (Poitiers) Savaşı’nda yenilen Müslüman kabilelerin bir kısmı Kuzey Afrika topraklarında kalsalar da, esasında büyük çoÄŸunluÄŸu Büyük Sahra’ya doÄŸru inmeye baÅŸlamıştı. İlk olarak Azbin, Adrar ve Tinbüktü’nün kuzeyinde yerleÅŸen bu kabileler, zaman içerisinde daha bereketli su kaynakları ve verimli otlaklara ulaÅŸmak gayesiyle güneye doÄŸru indiler. İslâmiyet’i kabul eden bu peçeli kabilelerin, Benî Hilâl ve Benî Süleym akınlarından da doÄŸrudan etkilendiklerini söylemek mümkündür. Bu süreçte siyahi insanlarla tanıştılar ve karşılıklı etkileÅŸime girdiler. Her Tevârik kabilesi kendi mizacıyla uyumlu farklı etnik nüfuslarla direnç derecelerine göre bir iliÅŸki ağı kurdu ve MüslümanlaÅŸtı ve bir daha da din deÄŸiÅŸtirmediler. Adeta bölgede İslâm’ın bayraktarı kabile pozisyonunu aldılar ve kendi tabirleriyle Sahra’nın Peçelileri olarak yaÅŸamlarını sürdürdüler. MaÄŸrib, Cezayir ve Fizan’dan gelen Arapların Sahra’ya doÄŸru inmesi sayesinde Gao (Kavkav, Kuku), Tinbüktü, Cenne, Künbisalih, Ayn Vrağın ve TaÄŸâruset gibi ilim ve ticaret merkezleri oluÅŸtu. Bu sayede Afrika’da Tevârik kabilelerinin yaÅŸadığı bölgelerde de kademeli bir surette ilim vahaları oluÅŸmuÅŸ oldu.



Tevâriklerin ana yurdu, günümüzde Mali Cumhuriyeti’nin kuzeyi ile Moritanya’dan Sudan’a kadar, Kuzey Nijer ve Kuzey Çad’dan Güneybatı Libya, Fas ve DoÄŸu Cezayir’e kadar uzanmaktadır. Çok az sayıda olsalar da Burkina Faso ve Benin ile geçmiÅŸte İngiliz sömürgesi olan Nijerya’da da kısmen mevcutturlar. Yerel dilleri TemâÅŸekçe’dir ve bölgesel farklılık gösteren çok farklı alt kolları mevcuttur.






Binalara sahip olmaya heves etmeyen bu mülessimûn kabileler, yerleÅŸik hayattan daha ziyade bedevi hayata meyletmektedirler




Tevârikler, kabile kültürlerinden ve coÄŸrafi kökenlerinden dolayı karmaşık geleneksel yapıya sahipler. Bu bakımdan onların iç dünyasını keÅŸfe çıkmakta zor olsa gerek. Tevarik kabilesi coÄŸrafyalarındaki zor hayat koÅŸullarına raÄŸmen var olmayı baÅŸarabilmiÅŸler. Zor koÅŸullarda hayatta kalabilmek için güçlü bir yönetim ve toplum yapısına sahip olması gerekir. Tevâriklerin geleneksel yapısı, aile-toplum yapısı ve yönetim sistemleri, idari yapıları nasıldır?



Tevârik kabileleri, temelde iki ana kola ayrılmaktadır. En yüksekteki sosyal sınıf olan asiller (hâss/soylular) ile en alt tabakadaki imÄŸadlar toplumun ana iskeletini oluÅŸturuyordu. Ancak Tevârik toplumu, soylu ve köle kabileler dışında dinî, esnaf, köle ve köylü temelli kabileler de mevcuttu ve toplum içerisinde sosyal sınıflarının sınırları net olarak belirlenmiÅŸti. Tevâriklerde asabiyet ve nesebe büyük önem verilmektedir. Bu yüzden binalara sahip olmaya heves etmeyen bu mülessimûn kabileler, yerleÅŸik hayattan daha ziyade bedevi hayata meyletmektedirler.



Tevârik toplumunun temelini oluÅŸturan aileden sonra, diÄŸer yakın akraba ailelerin bir araya gelmesiyle oluÅŸan kabile gelir ve “kel ehen” diye isimlendirilir. Bu kabileleri tek çatı altında toplayan bir üst yapı mevcuttur. Bu yapı içerisinde Tevârikler, anaerkil bir çizgidedir. Bu yüzden Tevârik kadını, kabile içerisinde çıkan kavga ve çatışmalara müdahale edebilmekte ve halen diplomasi dahil olmak üzere hemen her alanda çözüm aracı olabilmektedir.





“Tabl” diye isimlendirilen her bir Tevârik kabilesinin birden fazla birleÅŸerek oluÅŸturdukları yapı vardır ki her konfederatif yapının temeli bu tabllar oluÅŸturur. Konfederasyonun başındaki amenukal, nazari olarak konfederasyonun tüm idari yapısına hâkim ise de alınan kararlar kabile soyluları ve diÄŸer imÄŸad kabilelerinin temsilcileri tarafından onaylanmadan uygulamaya konamazdı.



“Mîad” ya da “mesâr” olarak adlandırılan geleneksel meclisleri, kabilevî sorunların tartışılması ve çözüme kavuÅŸturulması için geniÅŸ katılımlı bir kurultay hüviyetine sahiptir. DiÄŸer kabilelerin tanıklığı ve en etkili marabular aracılığıyla suçlu ile maÄŸdur arasındaki çekiÅŸmenin bitirilmesini ve kabileler arasındaki anlaÅŸmazlıkların giderilmesi maksadıyla mîadlarda alınan kararlar, her iki taraf için de kat’i baÄŸlayıcı bir hususiyet taşımaktadır.



Tevârik toplumu içerisinde din hizmeti veren sınıfı temsil eden kabilelere ise “inislimen” denmektedir. İtibarlı bir konuma sahip bu kabileler, genellikle yarı soylu statüdeydi. Tevârik sultanı, kendi idaresindeki kabilelerin arazilerinin sınırlarını ve egemenlik sahasını belirlerdi. Ayrıca kabile reisleri, sultanın kontrolü altındaki bazı önemli ÅŸehirlere müdahale etmekten kaçınır, otonom bir konum tanırdı. Bu ÅŸehirler, genelde toplumun ihtiyaçlarını temin ettiÄŸi ve alış-veriÅŸlerini yaptığı çarşı ve pazarları kendi sınırları içerisinde barındırmaktaydı.






Tevârikler, asırlarca Afrika’nın farklı bölgelerindeki toplumların hac kafilelerine hem mihmandarlık hem de hamilik ederek muhafızlık yapmışlardır




Müslümanların Afrika’daki ilk fetihleriyle beraber Tevârikler’in İslam’a geçiÅŸ süreci baÅŸladı. İleriki zamanlarda Afrika’nın İslamlaÅŸmasında önemli katkıları oldu. Tevârikler’in İslamiyet’e geçiÅŸ süreci nasıl gerçekleÅŸti, ne oldu da İslamiyet’e geçtiler ve İslamiyet’e geçtikten sonra Afrika’da İslam’ın yayılma sürecinde üstlendikleri rol tam olarak neydi?



Tevâriklerin İslâmiyet’i kabul etmesi, Ukbe b. Nâfi’nin kumandanlarından Abdullah b. Ca’fer’in bölgeye gelerek güneydeki Masmûde ile Lemtûne kabilelerini hâkimiyeti altına almasıyla baÅŸladı. BilindiÄŸi üzere Ukbe b. Nâfi‘, 670 yılında Tunus’u fethedip ardından Kayrevan isimli bir ordugâh ÅŸehri kurmasıyla birlikte İslâmiyet bölge halkları arasında hızla yayılmaya baÅŸladı. 682 yılından sonra Atlas Okyanusu sahillerine ulaÅŸan Müslümanlar, Kuzey Afrika’nın tamamını 688 yılına kadar kontrolü altına aldılar. Önce Tunus’u vatan edinip akabinde MaÄŸrib’in güneyine yerleÅŸtiler. Bu topraklarda İslâmiyet’in yayılışında özellikle Hassan b. Nu’mân el-Gassân ve Musa b. Nusayr’ın beraberindeki askeri birlikler içerisinde yer alan peçeli kabilelerin büyük etkisi oldu. 700-800 yılları arasında güneydeki Tevârik bölgesinden gelenler, İslâm’ı bölgeye yaymaya baÅŸladılar. Vali Musa, en önemli mahalli görevleri bu kabilelere emanet etti. Fethedilen topraklarda elde edilen ganimetten paylarına düÅŸeni alan bu kabileler, katıldıkları bu fetihlerle diÄŸer bölgelerdeki toplumların İslâmlaÅŸma sürecini hızlandırdılar. Emevî Halifesi HiÅŸâm zamanında İfrikiyye Valisi Habîb b. Ebû Ubeyde, Sahra iç kesimlerine doÄŸru seferler yapmakla görevlendirildi. Araplar, bu fetihler sırasında Sanhâce kabilesine İslâm dinini kabul ettirdiler ve Sudan’a kadar Sahra topraklarını hâkimiyetleri altına aldılar. Bu kabileler, ilerleyen asırlarda Afrika’da hükümran olan Murâbıtlar (1090-1147), Muvahhidler (1121-1269) ve Hafsîler (1228-1574) gibi birçok İslâm devletinin farklı kademelerinde yer aldılar ve MaÄŸrib bölgesinden Büyük Sahra’nın içlerine kadar İslâm’ın yayılması için bilhassa askeri kanatta büyük mücadeleler verdiler. Zaman içerisinde Fizan, Gadamis ve Gat bölgelerine yerleÅŸip Tevâriklerin soyundan gelenler, iç bölgelerde bu toplumun İmenân (Emnen) kolunu oluÅŸturarak diÄŸer kabileler üzerinde asırlarca etkinliklerini devam ettirdiler. Kısacası, Tevârik toplumlarının İslâmiyet’i kabulle birlikte bir daha asla dinlerinden dönmedikleri anlaşılmaktadır.



Merkezî Afrika ve Büyük Sahra’daki hacı adayları, kutsal vecibelerini yerine getirmek için genelde yaya olarak uzun ve meÅŸakkatli yolculuklar yaparlardı. Tarihsel süreç içerisinde Tevârik reisleri de hac kervanlarını muhafaza altına almaya; İslâm âlemi ve dünyada olup bitenlerle ilgili bilgileri, kendi topraklarından geçmek zorunda olan hac kervanlarından öÄŸrenmeye baÅŸladılar. Bu seyahatleri esnasında yüzlerce yerleÅŸim yerlerini geçerek Hicaz’a ulaşırlardı. Orta Afrikalıların hac kafileleri, Fizan’ın Murzuk kasabasında toplanarak, Kahire kervanına dahil olurlardı. Kahire’de bir müddet dinlendikten sonra zaruri ihtiyaçlarını ikmal ederek Sina Çölü üzerinden kutsal topraklara ulaşırlardı. Bir Tevârik hacı adayı, Kano-Zinder-Agades-Bilma-Fizan(Murzuk)-Hammâde-Ucla-Kahire-Sina Çölü-Hicaz güzergâhını takip ederdi. Bu etkileÅŸim sürecinde Sudan ticareti, hac mahmilleri vasıtasıyla büyük geliÅŸme kaydetti. Bu kabileler için Mali’de Cenne, Çad’da AbeÅŸe ve en meÅŸhurları Tinbüktü ile Nijerya’da Kano ÅŸehirleri bu görevi ifa eden yerlerdi. Bu yönüyle Tevârikler, asırlarca Afrika’nın farklı bölgelerindeki toplumların hac kafilelerine hem mihmandarlık hem de hamilik ederek muhafızlık yapmışlardır. Bu yönüyle Tevârik kabilelerinin kültürel dönüÅŸümlerindeki en temel üç faktör dinî, siyasî ve iktisadî olup, bu yollarla yüzyıllardır diÄŸer toplumlarla etkileÅŸimlerini sürdürmektedirler. Kısacası, Tevâriklerin demografik olarak “ağırlık merkezlerinin” devamlı surette güneye yani Sahra içlerine doÄŸru kayması ve bu süreçteki yer deÄŸiÅŸtirme, Tevârikler eliyle bölgenin İslamlaÅŸmasının zeminini oluÅŸturdu.






Osmanlılar, sömürgeci devletlerin aksine bölgede istimâlet politikası izledi




Osmanlı Devleti ile Tevârikler arasındaki ilk temas nasıl saÄŸlandı, Osmanlı Devleti ile Tevârikler arasında baÄŸ nasıl oluÅŸtu? Osmanlı Devleti bu kabilelerle tanıştıktan sonra nasıl bir fetih/gönül alma stratejisi uyguladı ve ikili iliÅŸkiler ağı nasıl sürdü?



Devlet-i Aliyye’nin 16. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın sonlarına deÄŸin Afrika’daki bazı kabâil-i malûmeye ve Bornu Hâkimi’ne silah desteÄŸi verdiÄŸi Osmanlı arÅŸiv vesikalarıyla sâbittir. Nitekim Osmanlılar, Afrika’daki Songay ve Kânim-Bornu sultanlıklarıyla, kendi talepleri üzerine doÄŸrudan temasa geçmiÅŸtir. Örnek vermek gerekirse Portekizlerin baskısı karşısında 1481’de Songay hâkimi, Osmanlı Sultanından bizzat yardım talebinde bulunulunca, talebe hemen silah desteÄŸiyle karşılık verilmiÅŸtir. Aynı durum Kânim-Bornu hâkimi İdrîs Alevma (1564-1620) için de geçerlidir. Bu ilk temas sürecinin ardından bölgedeki güç dengeleri iyice tartıldıktan sonra, Osmanlı Sultanı III. Murad döneminde 1577 yılında Fizan’ı kendi topraklarına katınca Tevâriklerle yakın temasa doÄŸrudan geçilme zemini oluÅŸmuÅŸtur. Zamanla tesis edilen idari yapı, tarihsel süreç içerisinde Osmanlı Devleti’nin Cezayir, Tunus ve Trablusgarp eyaletleriyle temaslarını sürdürdü.



Osmanlıların idaresine giren Fizan bölgesi sayesinde Sahra’nın stratejik bölgelerinin önemi iyice kavranmıştı. Zira 16. yüzyılın baÅŸlarından itibaren Portekizlerin bir benzeri olarak Kuzey Afrika’da güçlü bir İspanyol baskısı oluÅŸmuÅŸtu ve bölgedeki parçalı yapı, bu ve benzeri dış düÅŸmanlara karşı bölgelerini koruyabilecek kudrette deÄŸillerdi. Bu baÄŸlamda Müslümanların hâmisi olarak Osmanlı Devleti’nin varlığı açıkça görülmektedir. Zira yerel halkın davetiyle Osmanlı Devleti, Cezayir, Tunus ve Trablusgarp’ı hâkimiyeti altına almış; Kânim-Bornu ve Songay gibi söz konusu mahalli sultanlıklarla bu sayede komÅŸu olmuÅŸtu. Fizan Sancağı’nın tesisi ve Gat kazasının Osmanlı idari taksimatındaki yerini almasıyla birlikte Tevâriklerin iki kolu Haggarlar ile Ezgarlar arasındaki en ÅŸiddetli savaÅŸlar, 1875-1878 yılları arasında gerçekleÅŸti. Bu durumu fırsata çevirmek isteyen Fizan Mutasarrıfı Ali b. Mehmed ve beraberinde askeri birlik içerisinde yer alan DerviÅŸ PaÅŸa, derhal harekete geçerek Gat hududuna ulaşınca, iÅŸin vehametini fark eden Gat Hâkimi Sâfi Efendi, beraberindeki yirmi beÅŸ kabile reisiyle birlikte gelerek mutasarrıfa itaatlerini sundu. Bu sayede Ezgar Tevârik bölgesi, kan dökülmeksizin Osmanlı hâkimiyeti altına alındı. Ayrıca Trablusgarp vilayeti sınırları içerisinde hayatlarını sürdüren ahalinin cehalet karanlığından kurtarılması için gerekli yerlere RüÅŸdiye Mektepleri’nin açılması yanında; hususiyetle Fizan, Hums ve Cebel sancaklarına 1500’er kuruÅŸ maaÅŸla birer nâibin atanarak bunlara belirli ödeneklerin tahsisine hızlı bir sûrette karar verilerek Osmanlı gönül alma siyasetini hayata geçirdi ve bölge halkına bilhassa her türlü ticari kolaylığı saÄŸladı. Bu yönüyle Osmanlıların, sömürgeci devletlerin aksine bölgede istimâlet politikası izlediÄŸini söyleyebiliriz. Yaklaşık üç yüz küsur yıl boyunca Sahra’nın güneyinde kalan ve Bilâdüssûdan diye isimlendirilen geniÅŸ coÄŸrafi bölgedeki yerel halkla münasebetler Dersaâdet ile ya doÄŸrudan ya da Trablusgarp Eyaleti/Vilâyeti üzerinden dolaylı olarak elçi teâtisi ve karşılıklı hediyeleÅŸme suretiyle devam etmesi bu durumun en açık örneÄŸidir. Nitekim ilerleyen süreçte Fransızların bölgeyi iÅŸgal siyaseti karşısında, kolonyal gücün karşısına dikilecek tek devlet yine Osmanlılar olacaktır ki bu süreçte Fransız iÅŸgali karşısında İstanbul’a tâbiiyetini arz ederek izlediÄŸi siyasetle öne çıkan müttefik yerel güç Tevârikler, adeta sömürgecilerin karşısına dikilen en etkili kabiledir. Bu yönüyle Büyük Sahra’nın zor yaÅŸam koÅŸulları altında hayatlarını sürdüren Kuzey Tevâriklerinin (Ezgar ve Haggar) bilhassa 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’ne sadakatle yakınlaÅŸmaları ve Fransızların Tevârik topraklarını iÅŸgale niyetlenmeleri sonrası kendi topraklarının muhafazası için Büyük Sahra’nın giriÅŸ kapısı mesabesindeki Trablusgarp Vilâyeti’nin Fizan Sancağı’na baÄŸlanmaları süreci tarihin önemli dönemeçlerinden biriydi.






Osmanlı’nın ticaret yollarının kontrol etmek istemesi, o bölgenin hayati can damarları konumundaki dinlenme istasyonları koruyabilme ve bu sayede insanların hayatta kalabilmelerini saÄŸlamaktı




Osmanlı Devleti, Tevâriklerin yaÅŸadığı yerlere “Bender-i Fizan Sancağı” derdi. Osmanlı, bu sancaÄŸa çok önem verdiÄŸini söylüyorsunuz. Osmanlı’nın bu sancaÄŸa önem vermesinin sebebi nedir? Tevârikler’in Sahra Transit Ticareti – Sudan Ticareti’ni de ele almak gerekiyor. Çünkü Osmanlı’nın buradaki ticaret yollarının kontrol etmek istemesi veya Avrupalıların Afrika’da uyguladığı sömürgeciliÄŸe benzer bir durum var gibi algılanabilir.



Hiç ÅŸüphesiz merkezi Murzuk olan Fizan, diÄŸer sancaklara nazaran stratejik konumu yanında toprak bakımından da geniÅŸ olduÄŸu gibi Merkezî Afrika’ya en yakın Osmanlı sancağıydı. Sahra Çölü’nün güneyinde kalan bölgelere en kestirme yolun buradan geçmesi sebebiyle Fizan, Büyük Sahra’nın siyasî, iktisadî ve fikrî tarihinde bir kavÅŸak noktası olarak önemli bir yere sahipti. Trablusgarp’ın idarî taksimâtında dördüncü sırada yer alan Bender-i Fizan Sancağı, Afrika içlerinden Trablus’a uzanan Sahra transit ticaret güzergâhlarının en uÄŸrak noktalarından biriydi. Bu sevkü’l-ceyÅŸ (stratejik) noktaya hükmeden, Büyük Sahra’nın iç kısımlarına rahatlıkla hükmedebilirdi. Sudan ve Büyük Sahra transit ticaret güzergâhlarında seyreden kervanlar, bilhassa Osmanlı idaresindeki Fizan Sancağı’na baÄŸlı Gat kazası baÅŸta olmak üzere civar köylere uÄŸramak ve konaklamak zorundaydı. Bu yönüyle hem dinlenme yeri hem de önemli bir ticaret merkeziydi. Nitekim bu Osmanlı kazası, Osmanlı idaresinde belli bir emniyete kavuÅŸtuÄŸu için sömürgeciliÄŸin kıtayı çepeçevre kuÅŸattığı dönemde adeta Afrika’nın çöldeki Marsilya’sı, yani tüm Sahra-Sahil toplumlarının en önemli ticari mallarının alış-veriÅŸi için en uÄŸrak yerleÅŸim merkezlerinden biri oldu. Sömürge öncesi dönemde Tevârikler, iki ana kol halinde deÄŸerlendirilmekteydi: Kuzey Tevârikleri ve Sudan Tevârikleri. Fransızlar baÅŸta olmak üzere sömürgeci devletlerin bölgeye gelmesiyle birlikte bu iki ana grupta kendi aralarında parçalandı. Bilhassa Fransız iÅŸgali sonrası hem Kuzey Tevârikleri (Sahra Tevârikleri: Haggar ve Ezgar Tevârikleri) hem de Sudan Tevârikleri de dediÄŸimiz güneyi kapsayan Nijer ve Mali Tevârikleri kendi içerisinde farklı kabilelere ayrıldı. Bilhassa Fransızlar, böl-parçala-yut siyasetini hayata geçirmek adına Haggar koluna ciddi yatırımlar yaptı. Halbuki Osmanlılar, asırlarca bu kabileleri tek çatı altında tutabilmek ve kardeÅŸçe yaÅŸayabilmelerini temin için ciddi emek sarf etmiÅŸti. Tarih boyunca kendi toplum yapılarına ve coÄŸrafi bölgelere göre farklı isimler altında mahalli sultanlıklar kuran Tevârikler, 20. yüzyıla kadar bir bölünmeye ve parçalanmış halde yaÅŸamaya zorlanmamışlardı. Osmanlıların aksine Avrupalı devletlerin bu kabilelerin yaÅŸadığı coÄŸrafyaya adım atmasıyla birlikte, bu parçalama ve yok etme planı hayata geçirildi.



BahsettiÄŸiniz üzere Tevârikler’in Sahra Transit Ticareti-Sudan Ticareti’ni de ele almak elbette gerekiyor. Ancak bahse konu olan Osmanlı’nın buradaki ticaret yollarının kontrol etmek istemesi, o bölgenin hayati can damarları konumundaki menzillerini (dinlenme istasyonları) koruyabilme ve bu sayede insanların hayatta kalabilmelerini saÄŸlamaktı. Osmanlıların bölgedeki siyasi, askeri ve iktisadi olarak Afrika’da uyguladığı politikalarda asla sömürgeci bir tavır söz konusu olamaz.



Osmanlı bu ticaret güzergâhlarının korunmasında yerel kabilelerle ortak hareket ederek iÅŸbirliÄŸi içerisinde olmuÅŸ, kendi içlerinden belirlediÄŸi yerel kabile reislerine maaÅŸlar baÄŸlayarak var olan mahalli yönetim yapısnı bozmaksızın korumuÅŸ, Sahra’nın can damarları olan su kuyularının muhafazası için ciddi emek sarf etmiÅŸ, bununla da yetinmemiÅŸ Sahra ticaretinde önemli bir kalem olan tuz (memleha) ticaretini koruyabilmek için her türlü siyasi ve askeri refleksi iÅŸgalci Avrupalılara karşı göstermiÅŸtir.





Peki, Fransızlar böyle mi yapmıştır?



Hayır. Tam aksine 19. yüzyılın ortalarında Sahra transit ticareti altın çağını yaÅŸarken, Fransızların bölgeye geliÅŸiyle birlikte her ÅŸey alt üst olmuÅŸtur. Fizan, Murzuk ve Kavar bölgelerinin iÅŸgali için iÅŸgal siyaseti güden Fransa, ilk aÅŸamada mahalli idareciler arasında fitne tohumları ekmiÅŸ, ticaret güzergâhlarını iÅŸgale yeltenmiÅŸ ve Sahra ticaretinde en önemli nakliye unsuru olan devlerin hayatına kastedecek bir hamle olan memlehaların iÅŸgal edilmesine yeltenmiÅŸ ve kısmen de baÅŸarılı olmuÅŸtur. “Sahra’nın tuz gözeleri” olan memlehaların büyük bir kısmı da Tevâriklerin koruması altında olduÄŸunun altını burada çizmek de yarar var. Bunu ÅŸu ÅŸekilde ifade edeyim; ÅŸayet deve yılın belli dönemlerinde tuz yalamazsa uyuz olur ve ölürmüÅŸ. İşte Fransızlar, bu durumu çözdükten sonra esasında memlehaları iÅŸgal ile kontrol altına almak ve develerin yok olmasını saÄŸlayarak Sahra transit ticaretini yok etme emeli gütmüÅŸlerdi ki, bu politikaları Sahra’ya binlerce hatta yüz binlerce devenin ölümüyle sonuçlanmıştı. Bu sadece küçük bir örnek, Avrupa SömürgeciliÄŸi özelinde Fransa’nın Afrika’da iÅŸlediÄŸi insanlık suçları, soykırımlar ve hak ihlalleri yazılmaya kalkışılsa okyanustaki su kâfi gelmez. Kısacası, Osmanlı Devleti’nin izlediÄŸi siyaset ile Fransız iÅŸgal politikaları kıyas kabul etmez. “Kıyas maa’l-fârık” hükmündedir bizim nazarımızda…






Fransızlar, mahalli kabileler arasına nifak tohumları ekerek ve merkezi yönetimi yok sayarak mahalli kabile ÅŸefleriyle imtiyaz sözleÅŸmeleri yaparak bölgeye giriÅŸ saÄŸlıyor




Fransızlar, Tevârikler ile temas haline nasıl geçiyor, sömürge stratejisini nasıl oluÅŸturuyor? Afrika’nın genelinde yaptıkları gibi misyon ÅŸefleri veya seyyahlar vasıtasıyla mı temasa geçiyorlar?



Tunus, Trablusgarp ve Bingazi hattı, Afrika ve Akdeniz’i kontrol altında tutmak açısından büyük bir önem arz ediyordu ve kıtalararası ticaretin kesiÅŸim noktasıydı. Fransızlar 1830’da Cezayir’i iÅŸgal ettikten sonraki süreçte Tevâriklerin Haggar kolu ile temasa geçiyor. Kısacası Osmanlıları bölgedeki birleÅŸtirici söyleminin aksine mahalli kabileler arasına nifak tohumları ekerek ve merkezi yönetimi yok sayarak mahalli kabile ÅŸefleriyle imtiyaz sözleÅŸmeleri yaparak bölgeye giriÅŸ saÄŸlıyorlar. Afrika’nın genelindeki gibi öncelikle misyoner-subay-seyyah üçlemesiyle sahaya giriÅŸ yapıyorlar. Fakat bu kiÅŸilerin mürur tezkeresi (geçiÅŸ tezkeresi) ve avaid (ayakbastı parası) uygulamasına tâbi idiler. Zira o dönemde Trablusgarp, Osmanlı idari taksimatı içerisinde idi. Tâ ki Berlin Kongresi’ne kadar…



19.yüzyılda görünüÅŸte seyahat veya keÅŸif faaliyetlerine yönelik yapılan bu yolculukların esasında Avrupa’da önemli bir konu haline gelen antika eÅŸya ve yazma eser toplamak yanında birçok yerde merkezden uzak Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak gibi bazı menfi çabalar içerisine girmeleri ve akabinde iÅŸgal siyaseti güttükleri aleni surette Osmanlı makamlarınca anlaşılınca, tespit edilen bu kiÅŸilerin ilgili mahalli makamlara bildirildiÄŸi ve gerekli tedbirlerin alındığı da bilinmektedir. Kısacası 19. asrın ikinci yarısından itibaren birçok Avrupa devleti, aynı gayelerle kurmuÅŸ oldukları coÄŸrafya enstitülerinin ilmi araÅŸtırmaları ve keÅŸifleri adına Sahra’ya gitmek istiyordu. Esasında bunlar, gelecekte muhtemel sömürge alanları olarak belirlenen coÄŸrafyalarda ileri karakol çalışmaları yapmak ve her biri hangi devletin çatısı altındaysa onun menfaatleri doÄŸrultusunda faaliyet göstermek amacıyla teÅŸkil edilmiÅŸti.






Fransız menfaatlerine çalışarak hayatlarını idame ettiren kabilelere de “mahzen kabilesi” denmekteydi




Fransa, bölgeyi kolayca hâkimiyet altına alamayınca “Mahzen TeÅŸkilatı”nı kuruyor. Bu teÅŸkilatın stratejisi, amacı ve iÅŸleyiÅŸi nasıldı? Osmanlı Devleti sömürge faaliyetlerine karşı nasıl bir strateji geliÅŸtiriyor?



Osmanlı Devleti’nin, Fransa’nın sömürge siyaseti karşısında kayıtsız kalamamıştır ve nihayetinde kuvvet kullanarak kendi saflarına çekmeyi baÅŸardığı bazı Tevârik kabilelerini (Haggar), vergiden muaf tutmakla iÅŸe baÅŸlamıştır. İtaat altına alınan kabileler, Fransızların kontrolündeki ticaret güzergâhlarından vergi vermeksizin kaçak yollardan geçen kervanların mallarına el koymakta ve bunları ele geçiren kabileler ise yakaladıkları kaçakçı mallarından hisselerini almaktaydı. Fransızların kurduÄŸu bu yapı “mahzen teÅŸkilatı” olarak isimlendirilmekte ve Fransız menfaatlerine çalışarak hayatlarını idame ettiren kabilelere de “mahzen kabilesi” denmekteydi. Bu sayede Fransız ordusu, Sahra hudutlarının muhafazasını yerel kabilelere devretmekte, onların fiili olarak yönetime katılımını saÄŸlamakta ve sömürgeleÅŸtireceÄŸi coÄŸrafyanın korunması baÄŸlamında kendi cephesinde olabilecek insan ve kaynak israfının önüne geçmekteydi. Kuvvetle muhtemel, Fransızlar Tevârik kabilelerine karşı ittifak arayışındaki aynı metodu, diÄŸer rakip kabilelere de uygulamıştı. Bu süreçte Fransızlar iÅŸgale yönelik kötü emellerini her ne kadar Osmanlı idarecilerinden gizlemeye çalışsalar da baÅŸarılı olamadılar ve nitekim Tevârikler (Ezgar kolu), Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetini kabul ederek onların karşı safındaki yerlerini aldılar. Kuzey Tevârikleri’nden Ezgarların Osmanlı Devleti’ne yakınlaÅŸması, kendi iç kavgalarının artış gösterdiÄŸi döneme rastlarken; Haggarların yakınlaÅŸması ise Fransızların iÅŸgal amaçlı olarak bölgeye gelmeleri ve Tevârik topraklarını geçerek Sudan’a giden yeni bir ticaret güzergâhı açmak amacıyla Albay Flatters misyonunu görevlendirmesiyle baÅŸlamıştır. Fakat Flatters Misyonu, Tevârik toprağına ayak basar basmaz bedelini canlarıyla ödemiÅŸtir. Bu maÄŸlubiyet, Fransızların bölgedeki kabileler nezdindeki itibarını ciddi seviyede zedelemiÅŸtir. Burada biraz konudan uzaklaşıp günümüze gelirsek günümüzde Libya (eski ismiyle Trablusgarp) özelinde güneydeki kabileleri teskin eden, her zaman kuzeyde rahat eder. Tarihi kodlar bunu gösteriyor. Åžuan Libya’da güneydeki kabileleri (Tevârikler ve Tibular) safına çekip kontrol eden devlette, yine bölgesel siyasette kazanan olacaktır inancındayım.






Osmanlı Devleti, Sahra KardeÅŸliÄŸi’ni tesis ederek bölgedeki kabileleri sömürgeci güçlere karşı teÅŸkilatlandırma ve mücadele yolunu tercih etmiÅŸtir




Tevârikler’in yaÅŸadığı o coÄŸrafyayı, Sahra’yı nasıl kaybediyoruz, Avrupalı devletler “Sahra’nın İşgali”nde hangi anlaÅŸmaları ve planları yapılıyor? Hocam, Avrupalıların 1884 Berlin Konferansı’nda ortaya çıkardıkları “Hinterland Nazariyesi” o coÄŸrafyayı sömürgeleÅŸmesindeki en önemli faktör diyebilir miyiz?



1878’ten sonra sömürge politikalarını ve Osmanlı’nın toprak bütünlüÄŸüne olan bakışını deÄŸiÅŸtiren İngiltere, Londra’da gerçekleÅŸtirilen ikili görüÅŸmeler sonrasında akdedilen anlaÅŸmayla Akdeniz’den Say (Nijer üzerinde)-Barroua (Çad Gölü’nün batı kıyısı) hattına kadar uzanan bölgeyi Fransız sahası olarak kabul etti. Bu anlaÅŸmayla birlikte hinterland nazariyesini Fransa, en geniÅŸ manasıyla tefsir ederek Cezayir’in hinterlandını güneyde Nijer nehrine kadar indirdi. Bu suretle Sahra ve Sudan’a nüfuz imkânını elde ederek 1894’te Goundam, Tinbüktü ve Say ÅŸehirlerini iÅŸgal etti. Orta Afrika’dan Cezayir’e gelen ticaret kervanlarından gümrük vergilerini kaldırarak, Gat üzerinden gelen ticaret kervanlarının buraya yönelmesini amaçladı.



Fransızların “hinterland nazariyesi” söylemiyle baÅŸlattıkları yayılmacı tavrı, operasyonel eylem planı çerçevesinde iÅŸgallere dönüÅŸmüÅŸtür. Bu yüzden Fransa ile Osmanlı Devleti arasındaki uzun soluklu mücadelenin, 19. yüzyılın son çeyreÄŸinden itibaren son derece kızıştığı görülmektedir. GörüldüÄŸü üzere uluslararası hukuk baÄŸlamında “hinterland nazariyesi” o coÄŸrafyanın sömürgeleÅŸtirilmesindeki en önemli araçsallardan biridir.



Bu tarihî süreçle birlikte Osmanlı Devleti, Afrika’nın jeo-stratejik ve iktisadî önemini çok iyi bildiÄŸinden Fizan Sancağı (Libya sınırları içerisinde) üzerinden Sahra toplumlarına karşı adil ve müÅŸfik politikalar geliÅŸtirmiÅŸ ve Trablusgarp hinterlandı (ard ülke) içerisindeki uç sınır bölgelerini düzenli olarak geniÅŸletmiÅŸtir. Bu mücadele sürecinin kronolojisine bakılacak olursa 1830 Cezayir, 1881 Tunus, 1882 Mısır ve akabinde 1911’de Trablusgarp’ın kaybedilmesiyle birlikte Osmanlı Devleti, Sahra KardeÅŸliÄŸi’ni tesis ederek Senûsiler aracılığıyla bölgedeki kabileleri sömürgeci güçlere karşı teÅŸkilatlandırma ve mücadele yolunu tercih ediyor. Bu itibarla Fihrûn ag el-Ensâr ve Kâvsan ag Muhammed gibi Tevârik kabile reislerinin desteÄŸiyle kuzey-güney ekseninde tesis edilen ‘Sahra KardeÅŸliÄŸi’nin bayraktarlığını üstlenen Senûsi hareketi sayesinde Fransa’ya adeta bölgede kök söktürülüyor ve sömürgeci iÅŸgaller, yaklaşık 20 yıl geciktiriliyor. Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp merkezli kıtanın mevcut yapısını korumaya yönelik gayretleri, iÅŸgal ve kolonizasyon sürecini geciktirmekle birlikte bunun hedefine ulaÅŸmasını engelleyememiÅŸtir.



Abdülkadir Cami Bey, Tevârik reisleriyle birlikte




Osmanlı, Afrika’daki son tebaası Tevârikler’e “al bayrağımızı ve sadakat duygusunu” emanet bıraktı




Osmanlı’nın Afrika’daki son tebaası “Tevârikler” diyorsunuz. Bu tanımlamayı hangi argümanlarla yaptınız? Osmanlı, Afrika’daki son tebaasına hangi emanetleri, eserleri, kültürü bıraktı?



Abdülkâdir Cami (Baykut) Bey [Fizan Mebusu],  Cânet ve Tevârik iÅŸine memur iken, 30 Mayıs 1907’de Trablusgarp Vilâyeti dahilindeki Gat kazası kaymakamlığına tayin olunuyor ve Tevârik kabilelerinin ileri gelenlerine onların Türk vatandaşı olduÄŸunu gösterir çok sayıda nüfus tezkiresi de dağıtıyor. Murzuk ile buraya on beÅŸ günlük mesafede bulunan Gat arasında deve ile posta görevini de bu kabilelere veriyor. Bu tarihi olay, Osmanlı arÅŸiv vesikalarıyla kayıt altına alınmasından mülhem bu tanımlamayı kullanmayı tercih ettim. Osmanlı, Afrika’daki son tebaası Tevârikler’e “al bayrağımızı ve sadakat duygusunu” emanet bıraktı. Hâlihazırda yüz aklığıyla kendisinin Türk soylu olduÄŸunu ifade eden ve Osmanlı emaneti olan al bayrağımızı muhafaza eden Tevârikler, Agades bölgesinde yaÅŸamaktadırlar. Ayrıca Abalak bölgesinde Osmanlı mirası olan bir kütüphane bulunmaktadır. Buna ek olarak, Tevâriklerin ecdadımız Osmanlılar ile münasebetleri de baÅŸta hazine hükmündeki Osmanlı arÅŸivindeki vesikalarda ve Osmanlı Türkçesi ile yazılmış hâtıra türü eserlerde kayıt altına alınmıştır ki keÅŸke bölge dillerine çevirtilip ilgili bölge halklarına okutulabilmesi adına takdim edilebilse…






Tevârikler, kolonyal dönemde Fransa’nın karşısına dikilen ve iÅŸgal sürecini yavaÅŸlatan en güçlü kabile olmanın bedelini ödüyor




Libya’da yaÅŸayan binlerce Tevârikler ailesi, kimlik numaraları olmadığı için seçimlere katılamıyor. Ayrıca çeÅŸitli sıkıntıları da bulunuyor. Sadece Libya’da deÄŸil Nijer, Çad, Cezayir, Mali ve Burkina Faso’da da Tevârikler bulunuyor. Tevârikler’in günümüzde ne durumdalar?



Maalesef Tevârikler, kolonyal dönemde Fransa’nın karşısına dikilen ve iÅŸgal sürecini yavaÅŸlatan en güçlü kabile olmanın bedelini ödüyor. Çalışmamda da belirttiÄŸim üzere bahse konu sıkıntılar halen devam ediyor. Fakat gerçekleÅŸtirilen ikili görüÅŸmeler neticesinde seçilmiÅŸ bölgesel meclisler kurularak, kuzeyde adem-i merkeziyetçi (daha özerk) bir yapının oluÅŸturulması meseleleri halen masada ve sıcaklığını koruyor. Fakat ne yazık ki, oluÅŸturulan yapay sınırlar içerisinde varlık mücadelesi veren bu kabileler, mevcut merkezi yönetimlerle aralarında var olan anlaÅŸmazlıklardan ötürü, hem bölgenin hem de kıtanın genelinin siyasi istikrarını olumsuz yönde etkilemektedirler. Bu baÄŸlamda son 50 yıldır baÅŸta Amerika BirleÅŸik Devletleri, Fransa, Çin, Libya, Cezayir ve ilgili ülkelerin, Nijer ve Mali örneÄŸinde olduÄŸu gibi “tavÅŸana kaç, tazıya tut” mantığıyla vaat ettikleri giriÅŸimlerin hiçbirisinin kalıcı barış için yeterli olmadığı ortadadır. Bu yüzden bölgedeki kabilelerin küresel güçlerin tuzağına düÅŸerek bölgesel istikrarı bozan unsur konumda yer almamaları gerekmektedir.






Devletimizin kabilerle temasını yumuÅŸak güç unsurlarıyla sürdürdüÄŸü kanaatindeyim




Bunca yıl İslam’a baÄŸlı olmaları, Fransız sömürgesine direnmeleri ve Osmanlı’ya sadakatlerine raÄŸmen neden Tevârikler’e ilgisiziz, onlar hakkında yazılı araÅŸtırma ve kitap çok az. Tevârikler hakkında yeterli esere ve bilgiye sahibi olmayışımızı neye baÄŸlıyorsunuz?



Afrika’ya ilgisizliÄŸimiz Türk Dış Politikası’ndaki açılım süreciyle doÄŸrudan alakası olduÄŸu muhakkak. Zira 2000’li yıllarla birlikte ülkemiz dış politikası kendi mihverinde olgunlaÅŸmaya baÅŸladı. Bu yönüyle devletimizin bu kabilerle temasını yumuÅŸak güç unsurlarıyla sürdürdüÄŸü kanaatindeyim. TİKA’nın bu konudaki katkıları yadsınamaz bir gerçeklik olarak ortada. Ayrıca bu kabilelerle doÄŸrudan bir temas, ilgili ülkelerin merkezi hükümetlerince iç iÅŸlere müdahale olarak algılanabiliyor. Bu yüzden devletimiz temkin ve tedbir seviyesini muhafaza ederek, bu tür unsurlarla var olan etkileÅŸimini akl-ı selim üzere yürüttüÄŸü kanaatindeyim. Afrika politikalarımızda ne kadar güçlü olursak ve Hariciye misyonlarındaki temsilci büyükelçilerimiz yüke ne kadar omuz verirse var olan süreci o seviyede baÅŸarı ile sürdüreceÄŸiz inancındayım. Afrika’da var olmanın beÅŸ anahtarını yeri gelmiÅŸken sözlerime son vereyim: EÄŸitim, SaÄŸlık, Tarım, Enerji ve Savunma Sanayii. “Kazandırırken kazanan” Afrika politikasında bu alanlara yoÄŸunlaÅŸmalı ve Afrika’nın gerçek sahiplerine olan güvenimizi bu alanlardaki bölgesel yatırımlarla hissettirmeliyiz. Ölü yardımlardan uzaklaÅŸmak zamanıdır. Afrika’da hayat var kısacası…



Åžeyh-i Ekberî’nin Gadames kaymakamına yazdığı mektup
Åžeyh-i Ekberî’nin Gadames kaymakamına yazdığı mektubun tercümesi



Büyük Sahra’daki Tevâriklerin Flatters Misyonu’nu imha etmesi sonrası imdat çığlığını ihtiva eden bu yazışma sayesinde İstanbul, kendilerine daha fazla ilgi duymaya baÅŸladığı için önem arz eden bu mektubun tercümesini[1] ele alacağız:



Sûdan’da Haggar Åžeyh-i Ekber’den hâkpây-ı uyûn Ârâ-yı Hazret-i PâdiÅŸâhî’ye (olarak) mekÅŸûfen vürûd idüp takdim kılınan mektubun tercemesidir.



Hamd ü senâ ve duadan sonra,



Âbâ ve ecdâdımızdan ve hatta cihan cihan olalıdan berû asla iÅŸitmemiÅŸ ve vuku’ bulacağını hâtıra bile getirmemiÅŸ olduÄŸumuz bir mesele zuhûr etmiÅŸtir. Åžöyle ki;



Nasârâ kendi memleketlerine kanaat etmeyüp, memleketlerimizi istimlâk garazıyla bir musâfir Fransız askeriyle beraber bin beÅŸ yüz elli top[2] istishâb ederek Haggar arazisine geldi.



Hamdolsun, İslâm henüz bâki. Ve Haggarîler yolları muhafaza etmek hizmetinde kâim olmasından ve ÅŸark ve garb her yerden gelen Emîrü’l-Mü’minîn’in tüccarlarını muhafaza vazifesiyle mükellef bulunmasından dolayı, bunlar Nasârânın kendi topraklarından hissedâr-ı menfaat olmalarını ve arazileri içinden mürûr etmelerini tecvîz etmeyerek ve Nasârânın arazimiz ahvâlinden iktisâb-ı mâlûmât etmelerine ve bizi hâkimiyetleri altına almaya rıza göstermeyerek, Emîrü’l-Mü’minîn Efendimize bir hizmet ü muâvenet olmak üzere cihâd fî sebîlillah kıyâm ve Allah ve Peygamber’in düÅŸmanları olan Nasârâyı katl ve idâm ettiler.



Ey Emîre’l-Mü’minîn!



Nasârâ ile muâhedeniz var ise, bunları men’ ediniz. Åžayet emriniz ile gelecek olurlar ise Tevârık vahÅŸî olduklarından ve a’dâullahın aÄŸveri[3], Åžerîat-ı mutahharada itlaflarından baÅŸka bir ÅŸey bilmediklerinden hemen katl iderler. Sizinle beraber olan asker, Haggarîlerle hemhaldir.



Ey PadiÅŸahımız! Efendimiz! Nasârânın geldiklerine rıza göstermeyiniz.



26 Rebîulevvel 1297



Yunus Heytağıl bin Beyk



 



[1] BOA, A.VRK.DH.TG., 1298.7.8 (24). Mütercim, arÅŸiv belgesinin orjinalindeki dua kısmını yani giriÅŸ kısmını tercüme etmemiÅŸtir.



[2] Toptan murâd tüfenktir.



[3] Aşırı saldırgan, en cesur.


Bu haber toplam 297 defa okundu


YAZARLAR

Ger?? Duymayan Kalmas? Kalemiyet.Com