MEHMET AKİF IŞIK
Fethin sembolü olan Ayasofya, İstanbul’un fethini müteakip geleneÄŸe uygun olarak Camiye çevrilmiÅŸ ve yine Allah’a ibadet için kullanılmaya baÅŸlanmıştır.
Fetih sırasında acil onarım ihtiyacı bulunan Ayasofya’da gerek Fatih Sultan Mehmet döneminde ve gerekse sonraki dönemlerde önemli restorasyonlar ve güçlendirmeler yapılmıştır. İşte bu müdahaleler sayesindedir ki Ayasofya günümüze kadar hayatiyetini sürdürmüÅŸtür.(Ayasofya, fetih öncesi yıllarda özellikle haçlı seferleri sırasında büyük zarar görmüÅŸ, en büyük zararı da 4. Haçlı seferi sırasında yaÅŸamış; Ayasofya, Haçlı orduları tarafından yaÄŸmalanmış ve tahrip edilmiÅŸtir.)
Ayasofya, İstanbul’un fethini takip eden 1 Haziran 1453 Cuma günü AkÅŸemsettin’in imamlığında ve Fatih Sultan Mehmet adına okunan hutbe ile cami olarak kullanılmaya baÅŸlanmıştır
Cami olarak iÅŸlevini sürdüren Ayasofya’nın bakım, onarım ve görevlilerinin giderlerini karşılamak üzere, bazı gayrimenkullerin gelirlerinin buraya sarf edileceÄŸi hususunu da kapsayan bir vakfiye Fatih Sultan Mehmet döneminde hazırlanmıştır.
Ayasofya 1931 yılına kadar ibadete açık kalmıştır.
1931 yılında, Ayasofya Camiinin sıvaları altında kalan mozaiklerin meydana çıkarılması ve camide inceleme yapılmasına müsaade edilmesi hakkında Maarif Vekâletinin 27.04.1931 tarih ve 962 sayılı yazısı üzerine alınan 07.06.1931 tarih ve 11195 sayılı kararname ile Amerika’nın Boston Åžehrinde bulunan Bizans Enstitüsünün Müdürü Thomas Whittemore’ye çalışma izni verilmiÅŸtir. İşte bu çalışma izni Ayasofya Camiinin müze haline getirileceÄŸinin ilk iÅŸareti olmuÅŸtur.
Thomas Whittemore’nin Ayasofya Camiindeki çalışmaları 1934 yılı sonlarına doÄŸru tamamlanmış ve Ayasofya Camii 1 Åžubat 1935 tarihinde Müze olarak açılmıştır.
Müzenin açılması ile ilgili olarak İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogan imzası ile Kültür Bakanlığına hitaben gönderilen 27.01.1935 tarih ve 17 sayılı yazıda aynen; “2/I/1935 günlemeç ve Müzeler 90603 bitiklerine karşılıktır.” DenilmiÅŸ ve yazının 5. Maddesinde; “ Ayasofya Müzesinin 1 Åžubat 1935 günlemeçinde yerli ve yabancı gezidilere açılacağını bildirir saygılarımı sunarım” yazılmıştır. (Yazıda güya öz Türkçe kelimeler kullanılmıştır. Türkçe sözlükte “günlemeç”in karşılığının “tarih” olduÄŸunu, “bitik” in karşılığının da “ yorgunluk ve hastalıktan gücü kalmamış, yapışık, dolaşık, ekli” gibi anlamlara geldiÄŸini gördüm, ancak sözlüklerde (1945 tarihli sözlükte dahi) “gezidi” nin karşılığını bulamadım, cümlenin geliÅŸine göre “ziyaretçi” olmalı.)
Ayasofya Camii’nin müze olarak ziyarete açılması o tarihte yayımlanan gazetelerde de haber olarak yer almıştır. 1 Åžubat 1935 tarihli “Zaman” gazetesinde; “ Ayasofya Müzesi” baÅŸlığıyla yer alan haberde: “ İlk hazırlıklar bitti, bu sabahtan itibaren açılıyor. Müze her Cumartesi günü kapalı olacak, sair günler saat ondan dörde kadar onbir kuruÅŸ duhuliye mukabilinde umuma açık olacaktır. Ayasofya’nın tathiratıda (temizliÄŸi) bitmiÅŸtir. Yeni Müze bu sabah ondan itibaren ziyaretçilere açık bulunacaktır” denilmiÅŸ, haberde ayrıca; “Camideki halılar ile cami olduktan sonra binaya ilave edilen bazı kısımlar ve eÅŸyalar tamamıyla kaldırılmış yalnız bu mabedin bir aralık ta cami olarak kullanıldığını göstermek için mihrap bırakılmıştır” denilmiÅŸtir. (Beyefendiler lütfetmiÅŸ mihrabı bırakmışlar!)
2 Åžubat 1935 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde de “Ayasofya Açıldı” haberi yer almıştır.
GörüldüÄŸü üzere, “Neden müze yapıldı” veya “ Neden ibadete kapatıldı” yolunda basında en ufak bir ima dahi yoktur. ( Maalesef bu basın; Bodrum Kalesindeki caminin,1915 yılında Fransız zırhlıları tarafından nokta atışı yapılarak yıkılan, minaresini, 1997 yılında Sayın İsmail Kahraman’ın Kültür Bakanlığı ve benim de Genel MüdürlüÄŸüm sırasında yapmaya kalktığımızda “minareyi neden yapıyorsunuz, camiyi ibadete mi açacaksınız” diyerek bizi kalemleriyle linç etmeye kalkmışlardı.)
Atatürk’ün Ayasofya’yı müze olarak açıldıktan sonra 6 Åžubat 1935 tarihinde ziyaret etmiÅŸ olduÄŸu da yine İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogan imzalı 07.02.1935 tarih ve 155 sayılı yazı ile Kültür Bakanlığına bildirilmiÅŸtir.
Bu duruma göre; gerek Ayasofya Camii’nin müze olarak açıldığının basında yer almış olması ve gerekse İstanbul Müzeleri Genel MüdürlüÄŸünün Kültür Bakanlığına hitaplı yazısında Atatürk’ün Ayasofya’yı müze olarak açıldıktan sonra ziyaret etmiÅŸ olduÄŸunu resmen bildirmiÅŸ olması; Ayasofya Camii’nin müze olarak açılmasından Atatürk’ün haberi olduÄŸunu açıkça göstermektedir. Hatta, Ayasofya’nın Müze olarak açılması nedeniyle ibadete kapatıldığının Atatürk’e iletilmesi üzerine Atatürk’ün “ İbadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aÅŸtı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç. Ayasofya Cami’dir, aynı zamanda da Müze olacaktır, maksat budur” tarzında konuÅŸtuÄŸu bazı kaynaklarda belirtilmekte ise de, bu konuda elimizde kesin bir delil mevcut deÄŸildir.
Gelelim Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesi hakkındaki 24/II/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Kararnameye: (Resim: 1)
1989-1992 ve 1995-1997 yılları arasında iki dönem Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü olarak görev yaptığım sırada, Ayasofya’nın ibadete açılması ile ilgili olarak vatandaÅŸların Kültür Bakanlığına yapmış oldukları sayısız müracaat üzerine konuyu incelemeye baÅŸladık. BaÅŸbakanlık Devlet ArÅŸivleri Genel MüdürlüÄŸünden temin edilen, Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesi hakkındaki kararnameyi incelemeye baÅŸladığımda Atatürk’ün “ K.Atatürk” imzası dikkatimi çekmiÅŸ ve bu imzanın Atatürk’ün diÄŸer imzalarına benzemediÄŸi, dolayısıyla da baÅŸka biri tarafından atılmış olabileceÄŸi görüÅŸümü dönemin Bakanı ile de paylaÅŸmıştım. (Resim: 2-4)
Bu arada vatandaÅŸların gönlünü bir nebze olsun hoÅŸnut edebilmek için Ayasofya Camiinin “Hünkâr Mahfili” bölümünü mescit olarak düzenleyip ibadete açmak istedik ve hızlı bir ÅŸekilde çalışmalara baÅŸladık. O dönemde bu bölüm, maalesef hurda malzemelerin ve İstanbul’un deÄŸiÅŸik yerlerinde yapılan kazılar sonucu bulunan mozaik parçalarının düzensiz bir deposu durumunda idi. Kısa sürede temizlik ve restorasyon çalışmalarını tamamlayıp 10 Åžubat 1991 tarihinde “Hünkar Mahfilini” ibadete açtık. Akabinde de Ayasofya’nın dört minaresine hoparlör baÄŸlattık ve 3 Mart 1991 tarihinden itibaren de minarelerden beÅŸ vakit ezan okunmaya baÅŸlandı
İncelememiz devam ederken maalesef o yıllardaki sistem gereÄŸi sık sık deÄŸiÅŸen koalisyonlar sebebiyle Bakan deÄŸiÅŸti ve ben de doÄŸal olarak baÅŸka bir göreve atandım. Dolayısıyla Ayasofya ile ilgili incelememiz de yarım kalmış oldu. Bu arada kararnamedeki imzanın sahte olabileceÄŸi haberi bazı araÅŸtırmacılara da ulaÅŸmış ve onlar da bu konuda inceleme yapmaya baÅŸlamışlardı. Ancak bu hususta kesin bir sonuca ulaşılamamıştı.
1991 yılı sonundaki iktidar deÄŸiÅŸikliÄŸi sonrasında ne yazık ki üç minarenin hoparlör baÄŸlantısı kesildi. Temmuz 1996 da bu minarelerden birine daha hoparlör baÄŸlantısı yapılmış ve iki minareden ezan okunmaya devam edilmiÅŸti. 2013 yılından itibaren de diÄŸer minarelere de baÄŸlantı yapılmış ve dört minareden ezan okunmaya baÅŸlanmıştır.
Aradan geçen zaman zarfında kararname ile ilgili kesin bir sonuca ulaÅŸmak mümkün olmadı. Bu arada 1930 lu yıllara ait resmi gazeteleri incelerken bazı hususlar dikkatimi çekince yeniden Ayasofya konusuna yoÄŸunlaÅŸtım. Yaptığım inceleme sonunda da Ayasofya camiinin Müzeye çevrilmesi ile ilgili kararnamenin sahte / geçersiz olduÄŸuna kesin olarak kanaat getirdim:
Åžöyle ki;
1-Kararnamedeki Atatürk’e ait imzanın sahte olup olmadığı konusunda 1996 yılında İçiÅŸleri Bakanlığına yapılan bir müracaat üzerine, Atatürk’e ait imzalar incelemiÅŸ ve bu inceleme sonucunda Emniyet Genel MüdürlüÄŸünce ilgilisine gönderilen 3 Ocak 1997 tarih ve 0.34.02.04.96/007 sayılı yazıda özetle: “Kararnamedeki imzanın inÅŸası sırasında Atatürk’ün imzalarından farklı olarak “A” harfinin de kullanıldığı, “K” harflerinin ÅŸekillendiriliÅŸ biçimleri ile “t” harfleri kuÅŸaklarının konumu itibariyle de farklılıklar bulunduÄŸu görülmektedir. Ancak, bu farklılıkların söz konusu imzanın sahte olduÄŸu yolunda bir sonuca ulaşılabilmesi açısından yeterli sayılamayacağı” denilmiÅŸtir.
Bu açıklamaya göre imzanın Atatürk’e ait olup olmadığı kesinlik kazanmamış ve bir soru iÅŸareti oluÅŸmuÅŸtur. Dolayısıyla, Atatürk’e ait olabileceÄŸi yolunda da kesinlik kazanmayan bu imzanın Atatürk’e ait olmadığının ispatı için baÅŸka delillerin de olması gerektiÄŸi sonucu ortaya çıkmıştır.
Yapmış olduÄŸum inceleme sonucu Kararnamenin sahte / geçersiz olduÄŸu konusunda elde ettiÄŸim delilleri aÅŸağıda sunuyorum:
2-Ayasofya Camiinin Müzeye çevrildiÄŸi yıllarda Resmi Gazetede deÄŸiÅŸik konularda birçok kararname ve hatta tamimler bile yayınlanmakta iken (Resim: 5 ) Ayasofya ile ilgili bu önemli kararnamenin yayınlanmamış olması, ÅŸüpheli bir durumdur. Birileri çıkıp her kararnamenin Resmi Gazetede yayınlanma mecburiyeti yoktur diyebilir. Bu beyan da doÄŸrudur, her kararname yayınlanmayabilir; ancak bütün milleti ilgilendiren böyle önemli bir kararnamenin Resmi Gazetede yayınlanması gerekir diye düÅŸünmekle birlikte sadece bu iddiamız Kararnamenin sahteliÄŸini doÄŸrulamayacağından aÅŸağıdaki diÄŸer delillere de müracaat edeceÄŸiz.
3- Kararname 24 Kasım 1934 tarihlidir ve Reisicumhur imzası “K.Atatürk” olarak atılmıştır. Oysa; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal’e Atatürk Soyadı verilmesi ile ilgili 2587 Sayılı “Kemal öz atlı Cümhur Reisimize verilen soy adı hakkında kanun” 24 Kasım 1934 tarihinde kabul edilmiÅŸ ve 27 Kasım 1934 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Kanunun 2. Maddesinde aynen “ Bu kanun neÅŸri tarihinden muteberdir.” Hükmü yer almaktadır.(Resim:6) Yani bu kanuna göre Kemal öz atlı Cumhur Reisimiz, Atatürk soyadını resmen 27 Kasım 1934 tarihinden itibaren kullanabilecektir.
Yine birileri çıkıp, Kanunun 24 Kasım 1934 de kabul edilmiÅŸ olduÄŸunu dolayısıyla Reisi Cumhurun da bu tarihte Atatürk soyadını kullanmış olabileceÄŸi yorumunda bulunabilir. Bu kiÅŸilerin yorumuna göre Atatürk kanunsuz bir eylemde bulunmuÅŸtur. Oysa, bir Reisi Cumhur’un böyle bir yanlışlık yapacağı elbette ki düÅŸünülemez. Nitekim o tarihteki Resmi Gazeteler bizim bu düÅŸüncemizin haklılığını ortaya koymaktadır.
4- Gazi Mustafa Kemal kendisine Atatürk soyadı verilmesi ile ilgili kanunun neÅŸir tarihi olan 27 Kasım 1934 tarihine kadar “Gazi M. Kemal” olarak imza atmış ve ancak 27 Kasım 1934 tarihinden itibaren imzasını “K.Atatürk” olarak deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir.
Nitekim; 8 Aralık 1934 tarih ve 2874 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan; 26 Kasım 1934 tarihli “İktisat Vekaletinden” 1 adet, “Dahiliye Vekaletinden” 2 adet ve Maarif Vekaletinden” de 1 adet olmak üzere toplam 4 adet Kararnamede Reisi Cumhur imzasının “Gazi M. Kemal” olarak atılmış olduÄŸu apaçık görülmektedir. (Resim: 7)
: 26.11.1934 tarihli, “Gazi M. Kemal” imzalı Kararname
10 Aralık 1934 tarih ve 2876 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Adliye Vekâleti”ne ait 27 Kasım 1934 tarihli Kararnamede ise “K.Atatürk” olarak imza atılmış olması ve bundan sonraki kararnamelerde de artık “K.Atatürk” imzasının kullanılmış olması; Reisi Cumhur’un soyadı kanununun neÅŸri tarihinden itibaren “K.Atatürk” olarak imza atmakta olduÄŸunun, daha önceki bir tarihte ise “K.Atatürk” imzasını atmadığının kesin bir delili olarak karşımıza çıkmaktadır. (Resim: 8/A) Yani Atatürk Ayasofya Kararnamesinin imza tarihi olarak görülen 24.11.1934 tarihinde henüz K.Atatürk imzasını kullanmaya baÅŸlamamıştır. Dolayısıyla bu imzanın Atatürk tarafından atılmadığı, Atatürk’ün vefatından sonraki bir tarihte, tespit edemediÄŸimiz bir kiÅŸi veya kiÅŸiler tarafından, atıldığı gerçeÄŸini ortaya koymaktadır.
Resim 8/A : 27.11.1934 tarihli “K.Atatürk” imzalı Kararname
Resim 8/B : 22.11.1934 tarih ve 2/1603 sayılı Kararname
Bu arada bazı kiÅŸiler Atatürk’ün, Ülkü Onat’a soyadı vermesi ile ilgili el yazısında imzasını K.Atatürk olarak atmış olduÄŸunu ve bu yazıya 8.11.1934 tarihinin atılmış olduÄŸunu, dolayısıyla Gazi M. Kemal’in, Atatürk soyadını 8.11.1934 tarihinden beri kullanmış olabileceÄŸini söyleyebilirler. Ancak resmi hiçbir belge bunu doÄŸrulamamaktadır. Elimizdeki resmi belgeler “Resmi Gazete” lerdir. Yukarıda da izah ettiÄŸimiz gibi Gazi M. Kemal 27.11.1934 tarihine kadar resmi bir belgeye K.Atatürk imzasını atmamıştır. Bizim için önemli olan Kararnamelere / resmi belgelere atılan imzalardır. Åžayet bu iddiacıların görüÅŸünü dikkate alıp Atatürk’ün 27.11.1934 tarihinden önce bazı özel yazılarında K.Atatürk imzasını atmış olduÄŸunu kabul edecek olursak, bu kez Atatürk’ün, kendisine soyadı verilmesi ile ilgili kanun çıkmadan “Atatürk” soyadını benimseyerek kendisine bu soyadının verilmesi telkininde bulunmuÅŸ olduÄŸu ve kanunun bundan sonra çıkarılmış olduÄŸu anlamı ortaya çıkar ki bunun da doÄŸruluÄŸunun ispatı mümkün deÄŸildir.
Zira; Atatürk’e soyadı verilmesi ile ilgili Kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüÅŸülmesi sırasında söz alan BaÅŸvekil İsmet İnönü’nün: “ ArkadaÅŸlar, Büyük Önderimiz Cümhur Reisimizin soy adı için bir kanun teklif ediyoruz. DüÅŸündük ki; soy adı kanunu tatbik olunurken Büyük Önderin taşıyacağı adı tayin etmek Büyük Meclisin borcu ve hakkıdır. Kanunda biz (Atatürk) adını teklif ediyoruz. İnanıyoruz ki; ulusun en deÄŸerli varlığı olan Cümhur Reisimizin adını söylerken derin saygı ve sevgi duygularımızı birlikte sezdirmiÅŸ olacağız.” DemiÅŸ olması Atatürk soyadının kendileri tarafından teklif edildiÄŸini açıkça göstermektedir.
Kaldı ki; Atatürk’ün imzasını çizen, Amerikan Kolejleri Yazı ve Matematik ÖÄŸretmeni Vahram Çerçiyan’ın 1969 yılında Milliyet Gazetesinde yayımlanan röportajında; Atatürk’ün imzasını çizmek görevinin kendisine verildiÄŸini beyan etmiÅŸ ve kendisine telefonda “Biliyorsunuz Mustafa Kemal bugün Atatürk soyadını aldı. Kendisine bundan sonra kullanabileceÄŸi bir imza takdim etmek istiyoruz. Bunu olsa olsa sizin gerçekleÅŸtirebileceÄŸinize inanıyoruz. Bu gece hazırlayacağınız bir tek imza taşıyan kartvizit yarın sabah sizden alınacaktır” dendiÄŸini, kendisinin de sabaha kadar beÅŸ imza örneÄŸi hazırlayıp “seçimi Ata yapsın” diyerek imza örneklerini gönderdiÄŸini, aradan üç gün geçtikten sonra Atatürk’ten bir teÅŸekkür mektubu aldığını, ifade etmiÅŸ olduÄŸundan; Atatürk’ün 27.11.1934 tarihinden önce “K.Atatürk” imzasını kullanmış olamayacağı gerçeÄŸini ortaya çıkarır.
5- Ayrıca; söz konusu Ayasofya Kararnamesine yazılan “Kararname Sayısı” nın da geliÅŸigüzel yazılmış olduÄŸu yine Resmi Gazetelerin tetkikinden anlaşılmaktadır. Ayasofya Kararnamesine 2/1589 sayısı verilmiÅŸtir. Resmi Gazeteleri incelediÄŸimizde Kararnamelere tarih sırasına göre numara verildiÄŸi açıkça görülür. Nitekim incelediÄŸiniz 22 Kasım 1934 tarihinde alınan Kararnamelere 2/1594 ile 2/1603 arasında sırasıyla numara verildiÄŸi görülmektedir. (Resim 8/A, 8/B). Ayasofya Kararnamesi ise son olarak 2/1603 sayısı verilmiÅŸ olan bu kararnamelerden iki gün sonraki bir tarihe aittir. 24 Kasım 1934 tarihlidir. Yani Kararname Sayısının 2/1603 den sonra gelen bir sayı olması gerekir. Oysa; söz konusu kararnameye verilen 2/1589 sayısı bu sayıdan daha düÅŸüktür. Açıkça söylememiz gerekirse Ayasofya Kararnamesinin sayısı da sahtedir.
Bütün bu delillerin ışığı altında; Ayasofya Camiinin Müzeye çevrilmesi ile ilgili 24.11.1934 tarihli kararnamenin sahte / geçersiz olduÄŸu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu yola neden tevessül edilmiÅŸtir. Buna da biz yorum getireceÄŸiz:
Tahminimize göre Atatürk zamanında alınmış bir kararname olabilir. Ancak içeriÄŸi farklıdır. Ayasofya Camiinin müze olarak hizmet vereceÄŸi ve aynı zamanda ibadet için de kullanılacağı yazılı olmalıdır. Nitekim yukarıda izaha çalıştığım üzere Atatürk’ün “ İbadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aÅŸtı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç. Ayasofya Cami’dir, aynı zamanda da Müze olacaktır, maksat budur” ÅŸeklinde bir konuÅŸma yapmış olması bu tezimizi kuvvetlendirir niteliktedir. Dolayısıyla var olduÄŸunu ihtimal dâhilinde gördüÄŸümüz bu kararname Ayasofya’da ibadeti engellemek isteyen ve yabancı devletlerin borazancıbaşılığını yapan bazı karanlık emellileri memnun etmediÄŸi için kararnameyi yayınlamadıkları, hatta sayı dahi aldırmadıkları, dolayısıyla Ayasofya’da ibadeti engellemek için yeni bir kararnameye ihtiyaç duydukları ve yukarıda sözünü ettiÄŸimiz kararnamenin de bu sebeple kaleme alındığı düÅŸünülebilir.
Ayasofya’nın müze olarak açılması ile ilgili bir kararname olmadığını varsaydığımızda, bu kere Ayasofya Camiinin Kararname olmadan Müzeye çevrildiÄŸi gerçeÄŸi ortaya çıkar. Bu duruma göre sonraki yıllarda vatandaşın yavaÅŸ yavaÅŸ tepki göstermesi üzerine, hadiseyi resmileÅŸtirebilmek için Kararname yazmak mecburiyetinde kalınmış olmalıdır. Ayasofya Camiinin müze olarak kullanılmaya baÅŸlandığı ilk yıllarda ibadete kapalı olması; Ayasofya’nın önceki yıllardan beri devam eden onarımları nedeniyle zaman zaman ibadete kapalı tutulmuÅŸ olmasından dolayı geçici bir tasarruf olabileceÄŸi düÅŸünülerek fazla dikkat çekmemiÅŸ olabilir. Ancak zamanla halktaki bilinçlenmenin sonucu olarak “Ayasofya neden ibadete açılmıyor” sorularının çoÄŸalması üzerine bu duruma yasal bir dayanak bulma yoluna gidilmiÅŸ ve bir Kararname uydurma gereÄŸi ortaya çıkmıştır. Kanaatimce bu kararname: Camilerin satıldığı, asker kışlası veya depo olarak kullanıldığı 1940 lı yıllarda yazılmış olmalıdır.
Söz konusu Kararnamede ayrıca yanıltıcı bir ifade kullanılmıştır; “ Ayasofya Camiinin tarihi vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesi bütün ÅŸark alemini sevindireceÄŸi..” denilmiÅŸtir. Bu tamamen yanlış bir beyandır. Åžark Âlemi niçin sevinsin ki? “Batı Âlemini” veya “Hıristiyan Âlemini” diyemedikleri için “Åžark Âlemini” denmiÅŸtir. Zira Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi, Bizans kalıntısı Hıristiyan âlemini memnun etmiÅŸtir. Ama esas gayelerinin burasını yeniden kiliseye çevirmek olduÄŸu da açıktır. Zira Ayasofya’yı ziyaret eden birçok batılı devlet adamı bu art niyetlerini dolaylı bile olsa ziyaretleri sırasında oradaki görevlilere karşı açıkça dile getirmiÅŸlerdir.
Tarihçi merhum Prof. Dr. Halil İnalcık 7 Ekim 2014 tarihinde bir TV kanalındaki konuÅŸmasında; 1958 yılında Münih’te katıldığı bir kongre sırasında, Bavyera Kardinalinin “Ayasofya’nın kubbesinde Hıristiyanlığın yıldızı parlayacaktır” dediÄŸini ve bütün sözde ilim adamlarının da onu dakikalarca alkışladıklarını ifade etmiÅŸti. İşte Batının gerçek yüzü budur.
Ne acıdır ki; sadece yabancılar deÄŸil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliÄŸini taşıyan bazı kiÅŸiler de olumsuz fikirleri ile yabancıları destekler tarzda ifadeler kullanmaktadır. Nitekim; bu kiÅŸilerin, “Etrafta birçok cami var, Ayasofya’nın cami olmasına gerek var mı ki? Åžeklinde bilinçsizce konuÅŸtuklarına ÅŸahit olduÄŸumda onlara: Ayasofya’nın fethin sembolü olduÄŸunu, daha doÄŸrusu bizim istiklalimizin- bağımsızlığımızın sembolü olduÄŸunu, müzede ısrar etmenin, kilise heveslisi bazı ülkelerin isteklerine boyun eÄŸmek olacağını izah etmeye çalışmıştım. Ayrıca bu kiÅŸilere: “Ayasofya’yı kiliseye çevirmek isteyenlere, sanki İstanbul’daki kiliseler ibadet edenler tarafından dolup taşıyor da sıra Ayasofya’ya mı geldi diye niçin sormuyorsunuz” dediÄŸimde de hiçbir cevap veremiyorlardı.
Sonuç olarak: İddia konusu Kararname olsun veya olmasın; Ayasofya’nın Cami olarak ibadete açılması için hiçbir yasal engel yoktur. Fiziki olarak da Ayasofya’nın hem ibadete açılması ve hem de yerli ve yabancı ziyaretçiler için ziyarete açık tutulması mümkündür.
Åžöyle ki; Ayasofya’nın, 1991 yılında ibadete açmış olduÄŸumuz Hünkâr Mahfili bölümünden Ayasofya’nın ana mekânına geçiÅŸi saÄŸlayan bir kapı vardır. Åžu anda, devamlı kapalı tutulan bu kapıdan Ayasofya’nın mihrabının olduÄŸu bölüme geçiÅŸ yapmak mümkündür. Mihrabın önündeki belirli bir alan ibadet için ayrılır ve etrafı ahÅŸap veya uygun bir malzemeden yapılan paravanla çevrilebilir. Ziyaretçilerin ise yine belirli bir giriÅŸ ücreti mukabilinde ÅŸu andaki bahçe giriÅŸi ve Ana kapı kullanılarak Ayasofya’yı ziyaretleri saÄŸlanabilir. Ayrıca ibadet bölümü ile Ayasofya’nın ziyarete açık diÄŸer mekânları arasındaki paravanda, sadece acil durumlarda kullanılmak üzere, bir kapı konulabilir. Böylece Ayasofya’da hem ibadet edilir, hem de yerli ve yabancı ziyaretçiler rahatlıkla gezilerini yapabilir.
Ayasofya camiinin yeniden resmen ibadete açıldığını görebilmeyi Yüce Rabbimden niyaz eder, bütün okuyuculara sevgi ve saygılar sunarım.
Bu Yazı Mayıs 2017 tarihinde SebilürreÅŸad Mecmuasında yayınlanmıştır.